Harun Emre KARADAĞ – Harun Emre KARADAĞ http://reklamarkasi.com/blog-hemre Harun Emre KARADAĞ Mon, 29 Jun 2020 16:25:57 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.4.2 https://blog.harunemre.com/wp-content/uploads/2020/06/logo25-02-150x131.png Harun Emre KARADAĞ – Harun Emre KARADAĞ http://reklamarkasi.com/blog-hemre 32 32 AR’SIZ OLMA, AR İLE GÜÇLÜ MARKA OL! 2020/05/26/arsiz-olma-ar-ile-guclu-marka-ol/ Tue, 26 May 2020 17:52:00 +0000 ?p=622

TEKNOLOJİ NİN PAZARLAMA DÜNYASINA İNTERAKTİF HEDİYESİ: AR VE AR İLE AKILLI DÜNYADA YAŞAM!

Gelecek geldi!

Dev bir teknolojik dalganın içindeyiz. Her alanı etkisine alan bu dalga pazarlama dünyasını çok hızlı ve derinden etkiliyor. Teknolojinin pazarlamaya etkisiyle de eski tip pazarlama iletişim araçları yerini “görmekten ziyade yaşayarak öğrenme” imkânı veren araçlara bırakıyor. Artık pazarlama iletişim araçlarının baş rol oyuncusu teknoloji oluyor. Hanzade Doğan Boyner’in deyimiyle “Bildiğiniz pazarlama artık bildiğiniz gibi değil”.

Son dönemlerde pazarlama ve reklam kampanyaları teknolojiyle birleşip yeniden şekilleniyor. Zira yüzlerce farklı mecra içinden hedef kitleye en uygun mecraların seçilmesi ve verilecek mesajların doğru kanallardan iletilmesi pazarlama stratejisinin başarısı açısından hayati önem taşıyor. Pazarlama ve reklam yöneticileri hedef kitlelerine herkes gibi konuşup farklı şekilde ulaşmak, marka hikayelerini anlatmak için en doğru kanalları kullanmak zorundalar. Bu durum, beraberinde teknolojiyle de birlikte farklı iletişim kanallarını ortaya çıkarıyor. Teknoloji ile reklam kampanya mecraları da değişmeye başlıyor. Bu yeni trendlerden, etkili pazarlama iletişim araçlarından biri de “artırılmış gerçeklik” diyebiliriz. Bu noktada, artırılmış gerçekliğe “teknoloji’nin pazarlama dünyasına interaktif bir hediyesi” dersek isabet olur.

“Artırılmış Çağ’a” Hoş geldiniz!

Birkaç yıldır farklı sahalarda karşımıza çıkan artırılmış gerçeklik (Augmented Reality) çalışmalarının, artık pazarlama sektörünün de en etkili araçlarından biri olduğunu görüyoruz. Firmalar, ürünlerini daha interaktif bir şekilde pazarlamak için AR teknolojisini kullanıyor. Artırılmış gerçeklik teknolojisi ‘oradaymış hissi’ oluşturuyor. Beş duyumuza (görme, işitme, tatma, koku, dokunma) etkin şekilde hitap ediyor. Artırılmış gerçeklik uygulamaları markaların ürün ya da hizmetlerini fiziksel ve duygusal olarak daha gerçekçi, etkileyici hale getirip, tüketiciye farklı deneyimler yaşatıyor. Artırılmış gerçeklik (AR) ses, video, grafik veya GPS gibi verilerin kullanılması suretiyle fiziksel ve gerçek dünyayı birleştiriyor. Markalara farklı olma, akılda kalıcı olma, rakiplere fark atabilme açısından avantaj sağlıyor.

Artırılmış Gerçeklik Kullanım Alanları Nerelerdir?

Artırılmış Markalar, Artırılmış Değerler, Artırılmış Kampanyalar

Amerika’da, Avrupa’da yaygın bir pazarlama iletişimi stratejisi olarak kullanılan artırılmış gerçeklik, ülkemizde de kullanılmaya başlandı:

AVM’lerde, parklarda, mağazalarda müşterilerin ilgisini çekiyor. Orlando’daki tematik parkta insanlara “artırılmış gerçeklik” ile unutamayacakları bir gün yaşatılıyor. BMW, Boeing, Volkswagen gibi markalar tamir, montaj, imalat gibi aşamalarda artırılmış gerçeklikten yararlanıyor. Dizayn aşamasında IKEA insanlara, mobilyaların evlerinde nasıl duracağını, taşıma sıkıntısı olmadan bu teknolojiyle gösteriyor.  Kıyafet denerken; tüketicilerin evlerinde ya da mağazalarda ürün denemeleri konusunda mağazaya gitmeden ürünü denemelerine ve satın almalarına imkân tanıyor. Pizza Hut’ın AR paket servis hizmeti de akıllarda yer ediyor. Emlak firmaları AR ile merak ettiğiniz bir evin camına asılacak olan ilandan, evin tanıtıcı videosunu sizlere izletiyor. Aynı şekilde AR ile kitap, gazete ve dergi başta olmak üzere basılı olan yayınlarda, materyallerde yer alan resimlerin üzerine akıllı telefonunuzu tutunca; video veya 3 boyutlu bir içerik karşınıza çıkıyor. İrlanda’da yayınlanan Dublin Gazetesi hem haberlerini hem de reklamlarını artırılmış gerçeklik uygulamasıyla etkileşimli halde sunuyor. Cihaz kurulumu ve tamir işiniz için servis çağırmanıza gerek kalmıyor. İmdadınıza yine AR yetişiyor. Coca Cola, Çin’de “Sleek Can” kampanyası ile 23 farklı kutu tasarımı hazırladı; kutularının üzerinde Çin’in birbirinden özgün silüetleri ve simgeleri artırılmış gerçeklik ile canlanıyor, Çin’de yolculuğu çıkartıyor. Yine Coca Cola AR deneyimleyenleri FIFA 2018 Dünya Kupası’nda Xherdan Shaqiri’yle sanal olarak yan yana getirerek futbol topuyla çeşitli hareketler yapabildiği bir artırılmış gerçeklik deneyimi hazırladı. AR ile sanat ve müzelerde artırılmış gerçeklik teknolojisi ile gezmek daha keyifli oluyor; yakında “Zeki Müren de bizi görecek!”. Sakıp Sabancı müzesi de AR ile interaktif gezilebilir. Oyunlarda da AR kullanıyor. Örnek; Pokemon Go. Sony ve Microsoft gibi firmalar oyunların daha etkileşimli olması için artırılmış gerçeklik teknolojisini kullanıyor. AR ilk olarak savunma sanayisinde savaş uçağı pilotlarının kokpitte karşılarındaki ekranlarda ve piyadelerin kullandığı kasklarla bütünleştirilmiş olan gözlüklerle kullanıldı, hala kullanılıyor. Mimari alanda, inşaat sektöründe de AR teknolojisi ile projeleri deneyimleyebiliyoruz. Yeni navigasyonunuz artık AR: “Hiç bilmediğiniz bir ülkede geziyorsunuz ve karşınıza tarihi bir bina çıktı!” bu yerlerin geçmişini öğrenmek istiyorsanız artırılmış gerçeklik teknolojisi ile her şeyini öğrenebiliyorsunuz. Kamu hizmetlerinde de artırılmış gerçeklik kullanılıyor. Meclis dergisi, Gençlik Bakanlığı, TRT Çocuk dergisi, Bakırköy Belediyesi deprem gibi afetler için, Mardin Büyükşehir Belediyesi yerli bir yazılım olan Mardin Ar uygulamasıyla turizm destinasyon aracı olarak şehrin kültürü, tarihi ve gelenekleri hakkında üç boyutlu görsellerle, videolarla bilgi veriyor. Fatih Belediyesi önemli mekânları, tarihsel miras yapıları AR ile öğretiyor. Eğitimde astronomi, coğrafya, kimya, fizik, geometri, biyoloji, İngilizce eğitimi, muhasebe eğitimi vb. alanlarda öğrenime destek oluyor. Öğrencilerin hayal gücünün ve yaratıcılıklarının gelişmesine destek oluyor, öğrencilerin ilgilerini çekiyor, öğrenmelerini ve derse katılımlarını artırıyor ve onları motive ediyor. AR ile iç organlarımızı 3 boyutlu olarak görebiliyoruz, dünyanın öbür tarafındaki bir sınıfta ders dinleyebiliyoruz, uzayda seyahat edebiliyoruz. TRT Çocuk’ta yeni başlayacak olan matematiğin günlük yaşamda nasıl kullanıldığını anlatan Pırıl çizgi filminin tanıtımında AR‘nin kullanıldığını görüyoruz. Ayrıca davetiyelerde, kartvizitlerde, yüz, vücut tanıma, sanal ayna uygulamalarında artırılmış gerçeklik kullanımını görüyoruz. Örnekleri artırabiliriz. Ayrıca Apple, Samsung, Google AR’de yerlerini aldılar.

AR’sız Olma! Markalarınıza AR İle Değer ve Güç Katın!

AR müşterilerle daha güçlü iletişim kurmaya, marka farkındalıklarını artırmaya uzun soluklu bir müşteri-marka bir ilişkisi kurdurmaya vesile oluyor. Artırılmış gerçekliğe “müşterilerle yeni bir iletişim kurma metodu” da diyebiliriz.

Artırılmış gerçeklik tüketici dünyasındaki önemini her geçen gün arttırıyor.  AR yatırımlarının 2022 yılına kadar 117,4 milyar dolara ulaşması bekleniyor ve pazarlamanın önemli bir bileşeni haline geliyor.

Elini çabuk tutan, kendi AR uygulamalarını geliştiren ve reklamlarını yayınlamaya başlayan, kampanyalar düzenleyen firmalar, sosyal medyada da fazlası ile konuşulduklarından etkisi diğer reklamlardan çok daha fazla oluyor. Mobil ve sosyal medya ilişkisi gün geçtikçe güçlenirken, bu tarz uygulamalar tüketici tercihlerini etkiliyor.

Artırılmış Gerçeklik ile gelecek çok farklı olacak ve ilginç bir dünya bizi bekliyor. Marka ülke, marka kent, marka üniversite, marka eğitim ve güçlü marka olmak, marka imajı ve farkındalığı oluşturmak için AR’de yerimizi almalıyız.

Artırılmış markalar, artırılmış marka farkındalığı ve artırılmış marka imajı, artırılmış kampanyalar: ARsız olmayın, güçlü marka olun! ARsız kalmayın.

[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]]]> “Yüzün Mü Olsun, Maskotun Mu?” 2020/05/19/yuzun-mu-olsun-maskotun-mu/ Tue, 19 May 2020 17:55:00 +0000 ?p=626


Markaların potansiyel keşfetme, müşterileriyle güçlü marka iletişimi kurma ve onların beyinlerinde yer etme maceraları devam ediyor.


Markalar müşterilerin ilgisini çekmek zorundalar. Bir taraftan iletişim ve pazarlama hızlanırken diğer taraftan müşterilerin beğeni eşiği oldukça yükselmektedir. Bunun için de pazarlama iletişim stratejiniz çok önemli hale geliyor. Reklam ve pazarlama stratejiniz ne kadar hedef kitlenin duygularına seslenirse, ne kadar ilgi çekici ve özgünse o kadar akılda kalıyor, markanızın hatırlanırlığı artıyor. Hatta reklamınızın hedef kitleye ulaşması bazen yeterli olmayabiliyor. Marka farkındalığınızın ve marka imajınızın etkili olması gerekiyor. Bunun için de pazarlama ve reklam profesyonelleri tüketicilerin beklentilerine ve rakiplere cevap vermek durumdalar. Bunun içinde pazarlama ve reklam profesyonelleri ünlü ve maskot kullanımlarıyla markalarını güçlendirmeye çalışıyorlar. Peki markalar için ünlü kullanmak mı yoksa maskot kullanmak mı daha doğru?  Zira ünlünüz veya maskotunuz sadece marka farkındalığı, marka hatırlanırlığı oluşturmak için yeterli mi? Satın alma eğilimine etki yapıyor mu? Markanızın görsel kimliğine, marka kişiliğine uygun mu? Hedef kitlenize uygun mu? Marka hikayenizi tam anlatıyor mu?


Reklam kampanyalarında bir tarafta marka farkındalıklarını; satışlarını film yıldızları, sanatçılarla artırmaya çalışan markalar, diğer bir tarafta; maskotlarla Arçelik’in Çelik’i, Yapı Kredi’nin Vada’sı, Garanti Bankası’nın Ugi’si, Türk Hava Yolları’nın Wingo’su, Turkcell’in Emocan’ları ve maskot dünyasına yeni katılan İş bankası’nın Maxi marka ve reklam karakterleri; hangisini tercih etmek gerekir?

[/vc_column_text]

Tüm bu akıldaki sorular için ister ünlülerle ister maskotlarla markalarının farkındalığını artırmaya çalışan şu hususlara dikkat etmek yararlı olacaktır.

Öncelikle tercihte bulurken marka stratejinize, hedef kitlenize göre bu değişiklik gösterecektir.

Reklamlarınızda ünlü kullanacaksanız birinci olarak reklamını yapacağınız ne ise bunun ünlünün kişiliği ile uyumlu olmasıdır, ünlü kişi film, dizi yıldızıysa rol aldığı karakterden yararlanılabilir.  İkinci olarak her ne kadar ünlü kullanmanın potansiyel faydaları önemli olsa da maliyeti ve riskleri de önem taşır. Reklamını yapacağınız ürün veya hizmet reklamda kullanacağız ünlünün olumlu olumsuz yanlarıyla markanızı etkileyecektir. Örneğin; Yapı kredi, sanatçı Sıla Gençoğlu’nu darp iddialarının ardından reklam yüzü olarak kullandığı Ahmet Kural ile çalışmayacağını duyurmuştur. Bir başka önemli nokta ise reklamı yapılan ürün veya hizmetin ünlünün geri planında kalmasıdır. Ünlü kullanımında birden fazla markanın reklamında ünlü kişinin kullanılması da marka hatırlanırlığı açısından markaya sıkıntı oluşturabilecektir.

Reklamlarda maskot kullanımına gelince; maskot markanın hikâyesini anlatan bir nevi “marka elçisi”dir.  Tüketicilerle duygusal bir bağ kurarak hatırlanması sağlanır. Maskotlar ürün veya hizmetlere hem de dikkat çekerler hem çekici hale getirirler. Maskotlar markalarınıza bir karakter, kimlik kazandırırlar. Bu da beraberinde müşterilerin hafızasında yer eder. Maskotlar birer hediyelik ürüne dönüşe bilirler. Fuarlarda, festivallerde, etkinliklerde, promosyonlarla, hediyelerle müşterilerin evine girerler.

Ünlü ve maskot kullanımı kıyaslarsak; maskotlar ünlü kullanımına göre düşük maliyetlidir. Kısa süreli ilgi çekmek için marka yüzleri güçlü etki oluştururken, uzun süreli müşteri ilişkilerinde maskotlar daha güçlü etki yapmaktadır. Maskotlarla marka hikayenizi anlatmak zaman alacaktır.  Ama o bağ kurulduktan sonra maskot sayesinde markanın hatırlanırlığı da bir o kadar uzun süreli olur. Maskotlar duygularımıza seslenen marka müşteri arasındaki sevimli köprülerdir. Müşterilerin zihninde uzun soluklu bir etki yaratabilir. Verimlilik ve etkinlik açısından ünlü kullanımına oranla maskotlar daha tercih edilebilir. Reklam ve pazarlama yöneticileri için marka hikayelerinin maskotlar ile anlatılması çok daha kolaydır. Yapılan araştırmalarda görmekteyiz ki maskot reklam yüzünden daha etkilidir. Ülkemizde de kullanımı her geçen gün artarak çoğalan maskotlar, tüketicilerin algılarında önemli etkiye sahiptirler.

Reklamlarda ünlü ve maskot kullanımı markaların rekabet etmeleri açısından önemli bir pazarlama stratejisidir. Markaların akılda kalmasını, markaya olan bakış açısını ve tüketicinin satın alma niyetini olumlu yönde etkileyerek satışları arttırmasını sağlarlar. 

Özetin özeti; marka iletişimi taktiksel açıdan ünlü kullanımı, strateji açısından maskot kullanımı marka farkındalığı, marka imajı açısından yararlı olacaktır. Tabii hedef kitlenize ve marka hikayenize göre hangisini kullanmak istiyorsanız karar sizin…

[/vc_column][/vc_row]]]>
Müşterim Veri Nimetimdir! 2020/05/12/musterim-veri-nimetimdir/ Tue, 12 May 2020 18:58:00 +0000 ?p=628

“Müşteri memnuniyeti nasıl sağlanır?”

Müşterim veli nimetimdir, müşterim veri nimetimdir!

Müşteriyi elde tutmanın zorlaştığı zamanlardayız.

Müşteriniz ne ister? Müşterinize nasıl bir fayda, değer sağlıyorsunuz? Biliyor musunuz?

Belki de artık meseleye “müşterinizin” gözüyle bakmanın zamanı gelmiştir; hatta geçiyordur.

Şirketlerin öncelikleri; müşteri bulmak, müşteriyi elde tutmak, şirketin büyümesi ve kar sağlamaktır. Bunun yolu da hedef kitle müşterilerinizi çok iyi dinlemekten, onların ihtiyaçları iyi tespit etmekten, dertlerine çözüm bulmaktan, fayda ve değer oluşturmaktan geçmektedir. Böylece müşterilerinizin hayatları kolaylaşır, renklenir, motivasyonu artar ve markanızın sadık müşterileri olurlar.

Başka önemli bir nokta rekabet üstünlüğü için farklılaşma şarttır. Rekabetin artmasıyla beraber tüketici tercihleri de etkilenmektedir. Özelikle işletmeler “ürün çeşitliliği, satış yerleri, fiyatlar, kampanyalar, teşhirler, satış sonrası hizmetler ve satış yöneticileri” vb. yoğunlaşarak inovasyonlar yapmaktadırlar.

Müşteri ve pazarlama ilişkisine baktığımızda da pazarlama, müşteri için insanların hangi ihtiyaçlarını çözdüğü üzerine çalışan, insanlarına fayda ve değer sağlayan, firma için ise “müşteri sadakati” oluşturmanın yolunu gösteren bir disiplindir, bilimdir. Bu hususu müşteri açısından ele almakta fayda olacağını görmekteyiz.

Sahiden “müşterim ne ister?”

Basit görünen zor bir soruyla karşı karşıyayız.  “Müşterilere sorulduğunda “daha…” ile başlayan cümleler kurarlar: “daha hızlı”, “daha konforlu”, “daha büyük”, “daha doğal”, daha, daha, daha… Henry Ford bunu şu şekilde aktarıyor; “Eğer müşterilerin ne istediğini sorsaydım, bana, daha hızlı bir at isterlerdi?” Odaklanılması gereken nokta “müşterilerin ne istediği değil” “neye ihtiyaç duyduğu(common pain)”  olmalıdır.

Chris Guillebeau “müşterim ne ister” sorusuna şöyle cevap vermektedir:

* Daha çok yakınlık, daha az stres;

* Daha ucuz fiyat, daha az sorun;

* Daha çok saygı görmek, satıcı ile daha az münakaşa etmek;

* Daha kısa sürede alışveriş yapmak, daha az belirsizlikle karşılaşmak.

Aslında şirketler içinde bu geçerlidir. Tüketicinin ve işletmenin memnun olduğu, çıkarların örtüştüğü prensiplerdir.

Müştenize, “ihtiyaç” olarak kabul edecekleri hiç akıllarına gelmemiş ürünler/hizmetler sunmalısınız. Steve Jobs “İnsanlar ne istediklerini bilmezler ta ki siz onlara gösterene kadar.”der.  Bunun yolu da müşterinizi iyi tanımak, onların beğenilerini, ihtiyaçlarını anlayabilmektir. Ona göre fayda ve değer katmaktır. Şirketler müşterilerinin fark etmediği ürünlerle/hizmetlerle rakiplerinin önüne geçerler.  Aslında şirketler hedef kitlerini ikna edecek müşterilerinin ihtiyaç, değer haritalarını çıkartırlar, değer pazarlaması yaparlar.

Harward Üniversitesi’nden Christensen; insanların ihtiyaçlarının ne kadar farklılıklar gösterdiğini anlatmak için milk-shake örneğini verir.  Bir restoranın en sevilen tarife göre milk-shake yapması ve müşterilerini memnun etmesi aslında pek de zor değildir. Fakat en iyi tarife göre milk-shake yapmak, her zaman insanların gerçekten ihtiyaç duydukları milk-shake olmayabilir. İnsanlar tükettikleri ortamlara göre bir milk-shake’ten farklı beklentileri olabilir. Çünkü ortama göre ihtiyaçları farklılaşır. Christensen yaptığı bir araştırmada, insanların otoyol üzerindeki bir restorandan satın aldıkları milk-shake’in çok kıvamlı olmasını istediklerini gözlemlemiştir. Çünkü ihtiyaçları, soğuk sütlü bir içecekten çok uzun yolda çabuk bitmeyecek, onları oyalayacak bir içecektir.

“Müşterim ne ister? sorusunda ve rekabet avantajı sağlamada önemli noktalardan biri de veri (davranışsal veri, demografik veri, tutumsal veri) toplama, veri analizi, veri değerlendirilmesi ve müşteriye ihtiyacı doğrultusunda ikna edip değer katmaktır. İşletmelerin, sürdürülebilirliği ve karlılığı müşterilerinin ihtiyaç, beklenti, isteklerini içeren geçmiş ve güncel bilgilerini toplamaları, analiz etmeleri, doğru adımlar atmalarıyla ile mümkündür.

Şirketler için diğer bir hususta “Daha fazla müşterimize nasıl verebiliriz?” prensibidir. Jack Welch “Müşterilerinizi elde tutmanın en iyi yolu, onlara daha az karşılığında daha çoğu nasıl vereceğinizi sürekli olarak araştırmaktır.” der. Bunun yolu da titiz bir şekilde veri toplama-analizi-sentezi yaparak “müşteri kişiselleştirmesi” yapmaktan geçmektedir. Titiz bir şekilde veri toplayıp analiz etmeli ve sonuçları ölçülür hale getirmeliyiz. Şirketler, müşterimin hangi sıkıntısı var, bu derdini nasıl çözeceğim? Müşterime faydası ne olacak? Müşterime unutamayacağı, sadık müşterim yapacak nasıl bir deneyim sunmalıyım?  Müşterim hangi ürün/hizmetleri beğenir? Müşterim neleri hazzetmez? Müşterimi sadık müşteri yapacak karlı iş modelim ne olmalı, bu modeli nasıl kurmalıyım? Müşterim için hangi inovasyonları yapmalıyım? Müşterim hangi satış kanallardan alışveriş yapıyor? İnternet sitelerinde en çok hangi sayfalarda geziniyorlar? İnternetten veya doğrudan yaptıkları alışverişlerde sepetlerine hangi ürünü eklediler? Müşterimin yaş aralığı nedir? Müşterim evli mi, bekar mı? Müşterim kiracı mı, ev sahibi mi? Sorularının cevapları markaların işlerini kolaylaştıracaktır. Zira kişiselleştirme müşteri etkileşimini arttırır, özel fırsatlar sunulduğu için müşteriye değerli hissettirir, rakipleri karşısında rekabetçi avantajlar sağlar. Unutulmamalıdır ki; müşteriler kendilerine değer verilen bir markadan alışveriş yaparlar. Bu sorularla şirketler hedef kitlelerinin markalardan beklentilerini öğrenirler, tüketici tercihlerini, algı ve merakları bilerek ona göre pazarlama stratejilerini taktiklerini belirlerler.

Özetle;

Müşterilerin tercih edebileceği işine yarayacak, işini kolaylaştıracak, aklına getirebileceğiniz ürün çeşitliliği olmalıdır. Ürün/hizmetimizin müşterimize ne fayda sağlayacağı içeren tanıtım bilgilendirmesi ‘müşteri kişiselleştirmesi” yapılmalıdır.

Müşteriniz kolay ulaşabilmelidir. Faaliyet yerinize doğru karar vermelisiniz. Örneğin; İnternetten alışveriş yapıyorsanız satın alınan ürünün başına bir şey gelmeden hızlı teslim edilebilmesi, herhangi bir sorunla karşılaşıldığında muhatap ve hızlı çözüm bulunması istenmektedir. Park sorunun yaşanmayacak yer tercih edilmelidir.

Müşterinize hedef kitlenize göre en uygun fiyatı sunmalısınız.

Müşterilerinizin kampanyaları, indirimleri, promosyonları sevdiğini unutmamasınız.

Müşteriniz keyifli bir alışveriş yapması için teşhire (temizlik, tertip düzen, dikkat çekici olması, merak uyandırması, etiketin rahat okunması, mağazada çalan müzik, ışıklar, koku) önem vermelisiniz. Bu beraberinde ek ürünler alma ihtimali de artıracaktır.

Ürün/hizmet satış sonrası (taşınması, garanti işlemleri, kurulum ve montaj hizmetleri, kullanım sonrası memnuniyeti) müşteriyi değerli hissettirir, müşteri sadakati oluşturur.

Ürün ve hizmetler kişiye özel tasarımlar etkilidir. Bunun içinde veri analitiğine önem verilmelidir. 

Müşteri, kendisiyle yakın, faydalı ve güvene dayalı bir ilişkinin kurulmasını, yürütülmesini bekler. Bu da ürün/hizmete müşteri tatmini ve müşteri sadakatini beraberinde getirir. Müşteri ile şirket arasında kârlı ve güvene dayalı uzun süreli bir ilişkinin yolu “müşteri odaklılık, içten, net iletişim, inovasyon, mütevazı ve çalışkan olmak, takım çalışması ve veri ile karar vermek gerekmekten geçer.

Kısacası “Müşterimin ihtiyacı, sorunu, derdi, beğenisi ne? Ben bunlara nasıl bir çözüm sunuyorum. Ürünlerimin/hizmetimin müşterime faydası ne? Müşterime ne değer katıyorum? sorularını kendisine pusula yapan şirketler her zaman kazanırlar.

[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]]]> İlk Görüşte Marka Hikayene Çarpıldım, Sırrı Nedir! 2020/05/08/ilk-goruste-marka-hikayene-carpildim-sirri-nedir/ Fri, 08 May 2020 16:43:00 +0000 ?p=1439 İlk görüşte çarpılıyoruz, vazgeçemiyoruz!
Tolstoy neden ölümsüzdür? Çanakkale Destanı ya da 23 Nisan Ulusal Egemenlik bayramı neden hâlâ konuşuluyor? Çukur, Arka Sokaklar, Mucize Doktor, Diriliş Ertuğrul dizilerini neden soluksuz izliyoruz, izledik? Ya aklımıza zihnimize kazınmış reklam repliklerine ne dersiniz?

Çok fena kaptırıyoruz!

Rekabetin arttığı teknolojinin hayatımızın odağında olduğu şu günlerde markaları büyütecek olan strateji, taktik ne olabilir? Neden bazı markalar rakiplerine göre daha güçlü bir marka deneyimi ve marka sadakati oluştururlar? Marka farkındalığını, marka imajını nasıl daha etkili kılınmalıki satışlarımıza olumlu yansısın? Hedef kitlemizi nasıl ikna edebiliriz? Vb. soruların cevaplarını bulduğumuzda marka dünyasının gizemlerini araladık demektir.

Tüm bu soruların cevabı ortak: İnsanlar bazı anları, zamanları ve reklamları asla unutmazlar. Bunun sırrı hikayeyeleme/storytelling‘dir. Dijital Dünya’da marka ve hikaye oluşturma stratejileri ne olabilir? Bu sırra bir yolculuk yapalım.

Hikayelere çarpılıyoruz, çok fena kaptırıyoruz!

Marka yöneticilerinin tüketicilerle uzun soluklu duygusal bir bağ kurup müşteri sadakati oluşturmak, daha fazla büyümek ve daha fazla gelir elde etmek için ürün ve hizmetlerin anlatımında duygulara hitap edecek hikâyelere ihtiyaçları vardır. Reklam dünyasının önemli isimlerinden Bernbach “Bir ürünle ilgili doğru şeyler söylersiniz, kimse sizi dinlemez. Bunu öyle bir ifade etmelisiniz ki insanlar içlerinde hissetsin. Çünkü hissetmezlerse hiçbir sonuç alamazsınız…” der. Bu noktadan hareketle İnsanlara yüreklerine dokunmanın, zihinlerinde yer etmenin hatta markanızı büyütmenin, hedef kitlenizi ikna etmenin en etkili yollarından biri hikâyeleştirme yöntemi / storytelling’dir.
Hikâye Anlatmak, ikna etmenin, akılda kalmanın ve anlam yaratmanın en iyi yoludur. Hikâyeler, insanlarla ve nesnelerle duygusal bağ kurmamızı sağlar. Duygusal bağlar kararlarımızı, verdiğimiz kararlar hayatımızı etkiler. İster bir ürün pazarlayın, ister projenizi veya fikrinizi satmaya çalışın, isterseniz aşık olduğunuz kişiye kendinizi tanıtın… Her zaman iyi bir hikâyeye ihtiyacınız vardır. Çünkü, Muriel Rukeyser’in dediği gibi, “Evren atomlardan değil, hikayelerden oluşur.”
Hedef kitleniz hikâyelerinizden etkilenirler, hikayelerle motive olurlar ve satın alma davranışlarına hikâyelerinizle ikna edilirler. duygularına dokunan bir hikayeden etkilenmeyecek insan yoktur. Çünkü;insanlar kendilerini hikayelerde bulurlar. hikayeler acılarını, sevinçlerini, hüzünlerini değerlerini, umutlarını anlatır, yüzleştirir, öğretir, yol gösterir, müthiş bir etkileme gücüne sahiptir. Robert McKee “Zihnimizin dili öykü dilidir. ” der. İnsanlar onlara ürün/hizmetlerinizle ilgili verdiğiniz bilgiden ziyade onlara nasıl hissettirdiğinize yani hikâyenize bakarlar. Hikâyenizi dinlerler, kendi yaşamlarıyla bağ kurabilirlerse o ürün/hizmetinizi tercih ederler. Hikâyeler zihinde yer etmenin en iyi yoludur.

Markanızın hedef kitlenizin hayatına dokunan unutulmaz marka deneyimi yaşatan güçlü bir marka hikayesi olmalıdır. örneğin; Nike kararlılığın, UPS verimliliğin, Coca-Cola mutluluğun, Honda güvenliğin, Harley-Davidson özgürlüğün, BMW gücün, Apple tasarımın, Dior zarafetin, Lego düş gücünün, Estee Lauder güzelliğin, Volvo güvenlik vb. hikayesini anlatır, birer hikaye satarlar. İyi bir hikaye beraberinde başka markayı tercih etme olasılığını da azaltır.

Dünya da ve Türkiye tutacak hikayeler neledir?

Markalar hikayelerle insanların ihtiyaçlarına çözüm önerisinde bulunurlar, fayda sağlarlar, değer katarlar. İnsanları etkileyen hikâyelere baktığımızda; bilim kurgu, polisiye, tarih, vatan sevgisi, millet meseleleri, kadın erkek ilişkileri, kardeşler arası mevzuları görürüyoruz. Yine dikkatimizi çeken aşk hikayeleri her dönem tercih edilmiştir. duygusal bir toplum olduğumuz için markalar pazarlama iletişiminde dikkate almaktadır. Özelllikel reklam baktığımızda belli kahramanlar ortaya çıakrtılıyor ve markanın hiakyesi kahramanın etrafında dönüyor. Garanti’nin “Sucu Çocuk” ve “TitizTaksici” reklamları hâlâ belleklerimizde. Turkcell’ in köylü çocukları ve Kardelenler reklamları ile Vodafone’ un Beyazıt Öztürk ile hazırladığı reklamlar telekom sektöründeki hikâyeleştirmelere örnektir. Volkswagen, “Kalpten Kalbe Gidebilen TekOtomobil” serisinde duygusallığıyla iz bırakmıştır. ACE’nin Ayşe Teyze’nin uyarıları hafızamıza kazınmıştır. Pınar Süt,Pınarla büyüyen kızın hayatını çocukluktan alıp anneliğe getirirken, THY kimi zaman Kobi ile Messi’ nin kapışmalarını, Lego’su etkiyeci hikayelerden örnekelerdir.

Markalar için hikayeleme her geçen gün daha büyük önem taşıyor. Zira içeriklerinizle hedef kitleyi etkileyebilirsiniz, sosyal medya da etkileşim kurabilirsiniz, sesinizi en samimi şekilde duyurabilirsiniz.
Marka sadakati oluşturacak hikâyeler ilham verir, merak uyandırır, etkileşime teşvik ederler, zihninize yer edinirler. Bu bilgiler çerçevesinde şu soruların cevabını bulmak işimize yarayacaktır: Sizin şirketinizin marka hikayesi nedir? Tüketicilerde hangi deneyimleri yaşatıyorsunuz? Hedef kitlenize nasıl bir içerik pazarlama deneyimi sunmanız, yaşatmanız gerekir?

Markalar için hikâye anlatımının sırlarını, püf noktalarını keşfederek markanızın büyümesine önemli katkı sağlayabilirsiniz. Chris Brogan’un şu sözü yol gösterici nitelikltedir: “Önemli olan, anlattığınız hikaye ne olursa olsun, tüketicinizi kahraman yapmaktır.” Potansiyel müşterinizi etkiyici bir hikâye için ilk yapmanız gereken hedef kitle müşterilerinize odaklanın. Müşterilerinizin ihtiyaçları ile ilgili kısa ilginç hikâyeler oluşturun. Sonra müşterinizin zihninde yer etme onlarla duygusal bir bağ kurmak için zihinlerinde görselleştirecek resimler oluşturun. Hikâyenizi kimi zaman eğlenceli – mizah kullanın- kimi zaman duygusal hale getirmeyi unutmayın.

Marka hikayenize çarpıldım, ne yapayım!
Sizin Markanızın Hikayesi Ne/ Ne olmalı?

]]>
NE OLURSAN OL, BANA TRANS MEDYA İLE GEL! 2020/05/01/ne-olursan-ol-bana-trans-medya-ile-gel/ Fri, 01 May 2020 18:45:00 +0000 ?p=1441 Takip edenler hatırlayacaktır; ilk önce içerik pazarlaması dedik sonra hikayede mola verdik. Şimdiki durağımız üzerinde durulması gereken, marka profesyonellerin işine yarayacağını düşündüğümüz hikayeme hususunda ki konu transmedya hikayeleme anlatımıdır.

TV, radyo, oyunlar, romanlar, sosyal medya mecralarında bir hikayenin anlatılabileceği her bir medyanın bağımsız bir hikaye deneyimi yaşatmasına, marka ile etkileşim halinde olmasının adı transmedya hikayelemesidir.

Markalarınız için transmedya hikaye anlatımı harika bir aspirin olabilir. Transmedya hikayelemesiyle müşterileriniz kendini hikayenin içinde bulabilir, hikayenize sahiplenebilir.

Konu ile ilgili araştırma ve okumalarımızda karşılaştığımız bazı örnekler şunlardır. Dünyadan; Star Wars, Iron Man, Batman, Game of Thrones, Lost, The Hunger Games, Star Trek, Spider Man, Matrix, Heroes, Southland Tales. Türkiye’den ise; Galaxy Note 3-Galaxy Gear, Turkcell-Kardelenler, Coco Star-Yaman Gezgin, Orhan Pamuk Masumiyet Müzesi, Miller-Ritmi Koru, Doritos Akademi, Medcezir-Eylül’ün Log Notları.

Örneklerimizden bazılarını biraz daha ayrıntılandırırsak;
Matrix üç aksiyon filmi, kısa bir animasyon dizisi, iki çizgi roman serisi ve birkaç video oyunu önemli parçaları aktararak bütünü oluşturmuştur. Kısacası Matrix evrenini anlamak için gerekli tüm bilgilerin tek bir kaynak ya da metinden elde edilmesi mümkün değildir.
Warner Bros.un sahibi olan DC’ye ait Batman Begins ve Superman Returns filmlerinin yayınlanmasından önce çıkarılan çizgi romanlar, izleyicinin film ile deneyimleyecekleri hakkında fikir vererek yayınlanacak filmlerin duyulmasına yardımcı olmuştur. Bu yapılarak pazarlama ve eğlence arasındaki çizgi de bulanıklaştırılmıştır. Bunun filmler için bir pazarlama taktiği olduğu çoğumuzun aklına gelmemiştir.

BBC, neredeyse on yıl boyunca yeni bölümler çekmediği Doctor Who izleyicilerinin ilgisini devamlı kılmak için radyo dramalarını kullanmıştır. Bu dramalar, karakterler, onların motivasyonlarına dair fikir verebilecek ve kurgu dünyasının çeşitli yönlerini ortaya çıkarabilecek şekildedir.

Marvel, Spider Man‘i yaratırken Mary Jane’i devreye sokarak romantik bir kurgu yaratmış ve kadınlar için bir giriş noktası sunmuştur. Küçük okuyucular için de boyama kitapları formatında ilgi çekici yayınlar üretmiştir.

Sosyal medya kullanımının artmasıyla kolektif zekayı ortaya çıkardığı söylenebilir. Lost dizisini ve içinde kaybolduğumuz seriler boyunca dağınık bilgilerden tutarlı bir çerçeve oluşturmaya çalışan avcılar ve toplayıcılar haline gelirler.

Transmedya anlatısı olarak en büyük ses getiren hikaye ise Star Wars oluyor. Hikaye; kitap, film ve çizgi roman gibi farklı mecralar üzerinden sunuluyor ve her mecra aslında bütüne farklı yönden bir katkıda bulunuyor. Buraya Jenkins’in de büyük bir Star Wars fan’ı olduğunu eklememiz gerekiyor. En önemli neden olarak günümüz insanının birden fazla medyayı aynı anda kullanması gösterilebilir. Örneğin; PuhuTV, BluTV, Netflix ya da Hulu üzerinden bir yapım izleyen kişi, aynı zamanda akıllı telefonu ile tweet atıyor ya da izlediği hikayenin oyununu oynuyor. Birçok medyanın aynı anda kullanılması ve dünyanın giderek daha dijital bir yer haline gelmesi nedeniyle de sanal ile gerçek arasında yer alan sınır gittikçe silikleşiyor. Star Wars Boba Fett karakteriyle metni bilgiyi dağıtmakla kalmaz, takipçilere gündelik hayatlarında hikayenin uzantılarını harekete geçirmek için üstlenecekleri roller ve amaçlar verir. Çocukların kostümler ile kendi hikayelerini oluşturmaya teşvik eden aksiyon figürleri bu boyutu oluşturur. Star Wars yapımında küçük bir rol oynayan Boba Fett karakteri tüketicinin ilgisini çektiği için gelecek hikayelerde daha etkin roller almıştır.

Görüldüğü üzere transmedia storytelling pazarlama açısından oldukça geniş olanaklar sunuyor ve biz tüketicileri ağına düşürüyor!

]]>
Tercih Edilen Marka Olmak İçin Ne Yapmalı? 2020/05/01/tercih-edilen-marka-olmak-icin-ne-yapmali/ Fri, 01 May 2020 18:39:05 +0000 ?p=1437 “Bu Yıl Trend Marka Olmak İster misin?”
2019’u geride bıraktık. Bu yıl(da) sektömüzde trend marka olma mevzu bizlerin ilk hususudur. İşinize yarayacağını düşündüğümüz bilgileri, analizleri paylaşacağız. Peki, markalar 2020 de daha güçlü bir marka iletişimi oluşturmak için işe nereden başlamalı?
İşe hedef kitlemiz için ürettiğimiz 2019 içerikler ve bunlardan aldığımız etkileşimlerle yani içerik pazarlama stratejimize bakarak başlamakta fayda var.

Her geçen gün artan rekabet ortamında markalarınızın ve rakiplerinizin en etkili silahı şüphesiz ki tüm stratejilerinizi içinde barındıran içeriklerdir. Müşterimizle içeriklerle iletişim kurarız; etkili ve sürekli içerik paylaşımı ile müşterilerimize yaklaşırız, ilgi alanlarına etkileriz, hayatlarını kolaylaştırır, katma değer sağlarız. İçeriklerimizle zihinlerinde oluşan marka algısına olumlu katkı sağlarız.
Firmalar içerikleriyle kendini ele verirler; konumlanırdırması, kullanıcıların neyi gördükleri, neyi okudukları ve ne düşündükleri hakkında doğrudan bilgi sahibi olurlar. Efsane isim Joe Pulizzi “içerik pazarlaması ne sattığınızla değil, markanızın neyi temsil ettiği ile alakalıdır.” Der. Yani “İçerik pazarlaması, satış yapmaksızın müşteriler ve potansiyel müşterilerle iletişim kurma sanatıdır.””İçerik Pazarlamasında ürün ve servislerinizi müşterinin gözüne sokmak yerine, müşterileri konu hakkında daha bilinçli yapacak bilgiler paylaşmaktır.” Etkili içerik pazarlama stratejisinin arkasındaki konsept, insanların ilgisini çekebilecek hikayeler anlatmakta yatmaktadır.
Hubdpot tarafından hazırlanan bilgiler 2020 de pazarlama stratejinize yön verecektir. Hubspot da ki istatistiklerine baktığımızda ilk gözümüze çarpan “görsel içerik kullanımının öncelikli olduğudur. Ardından raporda video ve blog kullanımının pazarlama faaliyetleri açısından faydası paylaşılmış. Blog yazılarının web trafiğini artırdığı, blog yazılarını pazarlamacıların % 60 tarafından paylaşıldığı, blog yazılarınnda istataiksel verilerin kullanımının güvenirliliği artırdığı, en çok trafik çeken başlıklar 6-13 kelimeden oluştuğunu dikkatimizi çeken bir başka bilgiydi. 2020 yılında tıpkı 2019 da olduğu gibi içerik pazarlaması için video içerikleri önemini koruyacağını görüyoruz. Aynı zamanda podcast kullanımının da artacağını söyleyebiliriz. Buna gift ve infografiklerin kullanımınıda ekleyebiliriz. ( Daha ayrıntılı bilgilere şu linkten ulaşabilirsiniz: https://www.hubspot.com/marketing-statistics)
Bu bilgiler ışığında yeniden şu soruların cevabını düşünmekte faydalı olacaktır; “favori markanızı düşündüğünüz zaman aklınıza ne geliyor? Bir resim? Kişi? Hikaye? Özellikle tüketiciler internette, sosyal medyada gezinirken dikkatini ne çekiyor? Tüketiciler internette gezinirken ilgisini çekip başka bir sayfaya tıklamaya iten nedir?”
Aklımızda yer edinen, marka pazarlama iletiişimine uyumlu, hedef kitlesi tarafından bir parçası olarak görülen, samimi bir iletişim dil kuran, unutamadığımız dikkat çeken bazı içerik pazarlaması örneklerini paylaşmak işinize yarayacaktır:
Doritos’un “Bahar Atlı Yorumlar” içeriği ilgi çekici; ürünün tasarım ve üretim aşamasında tüketiciyi dahil etme sürecine başarılı ve esprili bir yaklaşım getiren marka, dijital içerik pazarlamasının başarılı bir örneği olarak gösterilebilir. Kullanıcılardan şekil ve lezzet önerileri istenmiş Doritos Akademi’nin hazır cevap hocası Bahar Atlı adlı karakter tek tek kişilerin önerilerini espiri şekilde Facebook’un canlı yayın özelliğinin kullanılmasıyla interaktif bir şekilde yorumlamış. Kullanıcıyı içeriğe dahil etmenin önemi bu kampanyada da kendini göstermiştir. Bu kampanyada ulaştığımız bilgilere göre Doritos Akademi Facebook sayfasının görüntülenme sayısı %1179 artarak 4 milyondan fazla kişi tarafından görüntülenmiştir. Bunun yanında postların aylık görüntülenme sayısı iki kat artmış, videolar kampanya süresince 280 bin kere izlenmiştir.
Pegasus’un “Çok Gezenler Kulübü” bir başka içerik pazarlaması örneklerinden biridir. Seyahat etmeyi seven-bloggerlar iletişim adreslerini siteye bırakıyor ve seçildiklerinde Pegasus’un sponsorluğuyla istedikleri yerlere uçuyorlar. Keşfettikleri yerleri video, fotoğraf ve yazılarla ölümsüzleştirip toplulukla paylaşıyorlar. Kullanıcıların içerik üretmesini platformla desteklemek ve doğal içerik üreticilerine sponsor oluyor.

Diğer örneğimiz “Four Seasons Otelleri ve http://magazine.fourseasons.com/ sitesidir. Siteye baktığımızda “sitenin üst düzey, lüks kullanıcının ilgisini çekmeyi başaran grafikleri ve tasarımı, pratik ipuçları ve otellerin önemli özelliklerini harmanlayan başarılı içerik sentezi, yemek düşkünlerinden macera severlere, spa tutkunlarından iş seyahati gezginlerine kadar birçok farklı müşteri profilinin ilgi alanına seslenen içeriklerin sunumu” konaklama konusunda içerik pazarlamasına başarılı bir örnektir.
İçerik pazarlamasının unutulmaz örneklerinden biri de “Vodafone Arena Stat Abi” çalışmasıdır. Gerçek zamanlı etkileşimli içeriklerle takipçileriyle esprili bir dilde konuşup ve samimi cevaplar vermiştir. 360 derece video içerikleriyle Vodafone Arena, web sayfasında inşaatın gelişimini canlı yayın şeklinde yayınlamış, Stat Abi’nin sosyal ağlarda takipçilerine verdiği cevaplar pankart olarak hazırlanmıştır. Facebook, Twitter ve Instagram hesaplarının bu denli başarılı bir şekilde kullanılması içerik pazarlamasını uygulayan markalardan biri olmuştur.
Özetin özeti; Robert Rose etkileyici bir sözü var: “Pazarlama dünyaya bir rock star olduğunuzu anlatmaktır. Içerik pazarlaması ise dünyaya ‘tek olduğunuzu’ göstermektir.” içerikler marka iletişimimizin, marka değeri artırmamızın ve müşterilerimizle sürdürülebilir bağlar kurmamızın beynidir.

İyi bir içerik oluşturmanın püf noktaları şunlardır:
İçerik pazarlama stratejimizi hazırlarken potansiyel müşterinizi etkileyecek, onlarla bağ kuracak, etkileşim sağlayacak dikkat gecici, basit ve anlaşılır bir hikaye oluşturun; sade bir hikayeden akılda kalıcı özgün içerikler üretilmelidir. Hedef kitlemize hitap eden samimi bir dil ve görsel olarak akıllarda kalacak sembolünüz olsun, kahramanınız olsun. Hatta mizahı kullanın. Mizah diğer içeriklere göre daha fazla ilgi çekmektedir ve paylaşımlarınızın eğlenceli olmasını sağlayacaktır. Sosyal medya araçlarında (Facebook, Instagram, Youtube, Twitter ve Instagram) gönüllü müşteri birliktelikleri oluşturun. Hedef kitlenizi şaşırtacak zıt kutup çalışmalar üretebilirsiniz. Mutlaka her içeriğinizin bir amacı ve nihai ulaşmak istediği bir sonuç olmalıdır. Animasyon, grafik, gift, infografikler ve video gibi interaktif içerikler oluşturulması markanızı avantajlı hale getirecektir. Tüm reklam mecralarını kullanın: Sosyal medya’nın yanında geleneksel ve açık hava reklamlarınıda işe dahil edin Game of Thrones’un New York Times’taki ejderha ilanı buna mükemmel bir örnektir. Müşteri bilgilerini kayıt altına almak her zaman olduğunda çok daha önemli hale geldiğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Rakiplerinizi takip etmekte önemli noktalardan bir diğeridir. Hedef kitlenizde kişiselleştirilmiş içerik kullanarak müşterinizde nokta atış yaparsanız bir adım daha öne geçersiniz. Artılmış gerçeklik hala keşfedilmeyi bekleyen bir fırsat, önemli bir içerik aracı, dikkate alın derim. Yine gerilla pazarlamayıda işe dahil etmekte fayda var.
Sektörünüz ne olursa olsun bizden söylemesi; değer taşıyan, katma değer sağlayan içerik, kraldır; pazarlamanın geleceğidir.

]]>
MUTLU BİR YAŞAMA DOĞRU 2020/04/19/mutlu-bir-yasama-dogru/ Sun, 19 Apr 2020 12:29:14 +0000 ?p=612

Mutlu Bir Yaşama Doğru Kendi Değerlerimiz  ve Nasreddin Hoca’dan Gelecek İçin Akıl Notları

Dünyanın bizden, bizim kültürümüzden
öğrenecek çok şeyi var…

Önce bir yüzleşme: Bizlere mutluluğu,
huzuru kazandırtacak temel bir şeyi kaybettik.

Hayatımıza çağırmamız gereken,
kaybettiğimiz değer, Anadolu’yu bizlere yurt eden Alperenlerin aşkıdır,
sevgisidir.

Hayatımıza çağırmamız gereken şey,
Alparslan Gazi’ye Malazgirt’te elbiselerini kefen diye giydirten hummalı
sevdasıdır. Asırlar sonra bile insanları hayran bırakan, mermerde laler
açtırtan Mimar Sinan ruhudur, heyecanıdır, sevgisidir kaybettiğimiz.

Kaybettiğimiz, siftah yapmayan komşusuna,
siftah yapmış esnafın müşteri göndermesini sağlayan sevgidir, kardeşliktir
duygusudur.

Yeniden diriltmemiz gereken ; “Allahım bu
milleti bir İstiklal Marşı yazdırmasın” diyen Akif’in millet sevgisi, esirgeme
duygusudur.

Kaybettiğimiz, Fuzuli’ye “Aşk imiş her ne
var alemde ”dedirten “Başına taştan taşa urup gezer avare su” dedirten aşktır,
ıstıraptır.

İşte Mevlana’ya, ölüm için “Düğün günü
”dedirten sevgiyle yürümemiz ondadır. Onun için, şark kurnazlığı ile değil,
Bizans entrikaları ile hiç değil, Taptuk Emre kapısına eğri odun bile
getirmeyen Yunus Emre sevgisinin sadakati ile, bedelleri göze alıp dosdoğru
yürümeyi seçiyoruz. Bu sevgiye muhtacız. Her şeyini paylaşan bir toplum için bu
sevgiyi büyütmeyi seçiyoruz.

İhtiyacımız olan ve çözüm “sevgi toplumu”nu
oluşturmaktır. Sevgi toplumunun ancak kendini tanımış, olgunlaştırmış,
gerçekleştirmiş ve iletişimi güçlü bireylerle sağlanabileceğinin de
farkındayız. Birbirimizi sevmeye, sevgiyle kenetlenmeye muhtacız. Hüsnüniyetle
birbirimize yaklaşmaya, birbirlerini ören sağlam tuğlalı binalar gibi birbirimize
tutunmaya ihtiyacımız var. Aklın yolu bu, tarihin öğrettiği ve gelişmenin esası
bu. Ne güzel demiş Yunus: “Sevelim, sevilelim, Dünya kimseye kalmaz.”

Bunun için de kültürümüzden,
değerlerimizden beslenelim, aklımızdaki soruların cevabını Nasreddin Hocamızdan
öğrenelim…

Nasreddin
Hocamızın birinci dersi:

Sizce Maskesiz Yaşamak Çok Mu Zor?    

Hepimizin içinde bulunduğumuz ortamlara
göre rolleri vardır. Anneyiz, babayız, öğretmeniz, abiyiz, ablayız, arkadaşız,
komşuyuz… Ama bu rolleri ne kadar sahici yaşıyoruz? Roller bir artistlik mi
oluyor, yoksa kendimiz olarak mı çıkıyor yaşam sahnesine?

Çoğu kez kendimizi unutur, rollerimizin
maskeleriyle çıkarız hayat sahnesine. Bazen gaza geliriz, avcı hikâyelerindeki
gibi atarız. Abartırız kendimizi. “Ne muhteşemmiş!” demelerinden haz alırız.
Oysa kim her alanda süperdir ki? Kim her işi başarabilir? Herkesin yeteneği
farklıdır. Hepimiz bazı konularda yetersiziz ve yardıma gerek duyarız. Yardıma
gereksinim duyduğumuzu belirtmezsek kim bize yardım edebilir ki?

Bilmeyen yoktur Nasreddin Hoca bir gün
kırda gezerken başıboş bir ata rast gelir. Bu hayvana binmek ister. Atı yakalar
ve binmek için sıçramaya başlar. Fakat bir türlü bu işi beceremez. Tekrar
uğraşır fakat kendini yerde bulur. Kendi kendine : “Hey gidi gençlik
hey” diye söylenir. Etrafına bakar kimse yok, “bırak bunları Nasreddin,
ben senin gençliğini de bilirim”, der.

Maskeleri yüzümüzden çıkarmalıyız. Ve
yaşamın belli yasaları var. Bunları bilerek yaşamalıyız.

Hocamızın kısa düşüncelerini uzatalım
bakalım neler çıkacak.

Gerçekçilik Yasası… İlk gözümüze çarpan
Hocamız gibi attan düşebiliriz! Lakin başarısızlıklarda mazeretlere
sığınmamalıyız, mazeret üretmemeliyiz. Gerçekçi olmalıyız, aynayla
yüzleşmeliyiz. Yaşadıklarımızdan dersler almalıyız. Zira “mazeret kaybedenlerin
tesellisidir”. O zaman yaşamın ilk kuralı gerçekçi olmaktır. “Gerçekçi
olup imkânsızı istemeliyiz.” Yani gerçekçi olursak, ama yalnız ve yalnız
gerçekçi olursak, imkânsızı başarabiliriz..

Kendisiyle Barışık Olma İlkesi… İnsanların
başkalarının gözünden düşme korkusu ile rol yapması, gerçekçilikten kopması
anlamını taşır. Sonuç el âlem için yaşarız. Kendimiz olamayız, başkaları bizi
yönetir. Bu da insanın özüyle, yaratılış amacıyla bağdaşmaz, bilgisayar
sisteminde olduğu gibi programlara yanlış kod girilmesi anlamı taşır. Nasıl
program hata verir, çalışmaz. Bunun anlamı yalanlarla dolu, zevk alınmayan,
kaybedilen bir hayattır. O zaman kendimizle barışacağız. Biz biz olacağız.

Kendini ve Haddini Bilme İlkesi… En iyi
kendimizi tanıdığımızı sanırız, aslında en uzak kendimize değil miyizdir?
Kendimize yabancıyızdır, kendimize düşmanızdır. “’Olmak istediğimiz gibi değil,
ama olduğumuz gibi’ çıkarız insanların karşısına… İçimizde noksanlığı gibi
gözüken lütfu kabul etmekle biraz daha yaklaşmışızdır aslımıza ve çözülmesi zor
olan hayat bilmecesinin önemli bir parçasına. Bu düşünceler ışığında
fıkramızdan alacağımız başka bir ders unutmamalıyız ki O bir Hoca, at binicisi
değil. Bunda başarısız olması ona ne kaybettirir, başındaki kavuğu alacak
değiller. İddialı olduğu alanda başarısız olunca itibar kaybetmez ki. Demek ki
uzman olmadığımız konularda büyük konuşmayacak, bilmediğimiz konuda ahkâm
kesmeyeceğiz, sonra mahçup oluruz. En yakınımızı dahi kaybedebiliriz.
Bilmediğimiz konularda ileri gitmeceğiz! O zaman kendimizi ve haddimizi
bilmeliyiz.

Duygusal Dürüstlük İlkesi… Bir başka
çıkarabileceğimiz ders, yaşam yasası, insanın kendisine karşı dürüst olması
fakat aynı dürüstlüğü çevresine karşı sergileyememesidir.     

Dikkat etmemiz gereken nokta  hayat yürüyüşünde insanları tanımalı ve ayırt
etmeli sonra gerçek değerini, sevgimizi vermeliyiz. Zira tam tanımazsak diyor
ya yazar “İnsanları tanımak için tüm gücünüzü verin, ama tüm sevginizi
vermeyin. Çünkü onları tanımaya başladıkça verdiğiniz sevgiye acıyacaksınız.”

İnsanın çevresini aldattığını sanırken bile
kendisinin gerçekte düzeyini bildiğini, kendisi olması gerektiğini; insanın iki
yüzüne ayna tutarak iki yüzü de karşılaştırma olanağı veriyor. Mevlana’nın
“Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol”, dersini Hoca bu fıkra
yoluyla veriyor.

Hocamız da dünya atından düşerek son
anımsatmasını yapıyor; hayata geliş amacımız bellidir.“ Hayat yaşandığı kadar
vardır. Gerisi ya hafızalardaki hatıra ya hayallerdeki ümittir. Hüsranı ise bir
tek yerde kabul ediyor. Maskeli yaşamakta doğal haliyle yaşamamış olmakta .”

Yine müthiş Hocamız. Bir fıkrasına daha
dünyaları sığdırmış. O zaman üzerimize düşeni yapalım: Maske takmayalım.
Başkası olmayalım kendimiz olalım. Herkes doğal haliyle güzel…

Nasreddin Hocamızın ikinci dersi:

Hangi İnsan?

Sonsuzluğun Güneşi GÜZEL AHLAK,  Güzel Ahlakın İlk Basamağı: DOĞRU, DÜRÜST
İNSAN olmaktır:

1) 
Kendinle ve Çevrenle Dürüstlük: Akıl Bir Ağaç, Dürüstlük
Meyvesidir:               

Hiçbir kimsenin karşı çıkmayacağı, destek
vereceği fakat uygulamada günümüzde sıkıntılı olan, kaçtığımız, ağzımızda laf
salatası yaptığımız değerler var. İşte bunlardan biri!              

Hocaya bir gün “Kaç yaşındasın hoca?”
demişler. “Kırk” demiş. Aradan yıllar geçmiş yine sormuşlar aynı soruyu hoca
yine kırk demiş. Ama hoca, sen bundan on yıl öncede kırk demiştin, bu nasıl
oluyor? Diyenlere de “Er kişi sözünden dönmez, söz bir Allah bir. Yirmi yıl
sonra da sorsanız gene söyleyeceğim budur” demiş.

Ne müthiş bir cevap: Tek bir cümle işi
bitiriyor. Hocamızın yaşının hiç değişmeyecek olması bizlere “ iki önemli
hususu anlatıyor, ardımdan yolumuzu gösteriyor: biri yaşlanma sendromu diğeri
her zaman özüyle sözüyle doğru insan olmak” 

Hocamızın ilk husustaki düşüncesi şu:
“Yaşlılık mı? Yarın Yaşanmadı ki, Birlikte Tadacağız!

İnsanoğlu hep genç, güzel kalmak
ister.  Kimse yaşlanmak istemez! Öyle
doğrudur ki insanoğlu yaşlanmaktan korkuyor, her geçen gün estetik
ameliyatların sayısı artıyor, insanoğlu elindeki imkânlarla bir yerlerini genç
tutmaya çalışıyor. Hocamızda bir ara bu gelgitlerle karşılaşmış. Ve sıkıntısını
tüm bunları düşünerek, böyle çözümler bularak kendi içindeki güçlü iletişimiyle
aşmış. Oysa hayat her mevsiminde güzeldir, her yaşın farklı, kendine has
güzellikleri vardır. Önemli olan her yaşın güzellikleri doyasıya yaşamaktır.
“Yaşlanmak bir dağa tırmanmaya benzer çıktıkça yorulursunuz, nefesiniz tıkanır,
ancak çıktıkça zirveye görüş açınız genişler.” Böyle düşünmezsek hayatımız
zulüm olarak geçer.

Hocamızın sözünden yola çıkarak diye
biliriz ki insan yaşlanır. Yaşlılığı sorulunca, yaşını söylemekten kaçınması,
gizleme arzusu değil, yaşama dört elle sarılmış olmasıdır.

Diye biliriz ki yarını yaşamadık ki. Dünün
yaşlısıyız ama yarını biz de ilk kez yaşayacağız. Ve hissettiğimiz yaştayız.

Diye biliriz ki yarın kadar genciz. Gelecek
gençtir, tazedir.

İkinci olarak anlatmak istediği: her zaman
özünle, sözünle, davranışlarınla doğru insan ol.

Demek ki sözümüzde doğru olmalıyız:
Sözlerimiz işlerimiz arasında tam anlamıyla bir uyum olmalıdır. Doğru
sözlülüğün karşıtı yalancılıktır. Yalancılık ise kötü bir huy ve nifak
belirtisidir.           

Ayrıca duygusal olarak dürüst olunmalıdır.
Ancak o zaman gerçek hislerinizi ifade edeceğizdir. Aksi halde 2–3 günde aşk
oluruz, 1 ay da severiz!  Bunun için,
önce duygularımızın farkında olmamız gerekir. Eğer duygusal olarak dürüst
olabilirsek, derinlerde yatan gerçek kimliğimizi anlamayı başarabiliriz. Bu
kendimizi kabul edebilmemizde yardımcı olacaktır. Ayrıca zamanımızı nasıl ve
kiminle harcamak istediğimiz konusunda daha iyi seçimler yapmamızı
sağlayacaktır. Dürüst olmak yolunda cesaretlenmeliyiz, kendimize güvenmeliyiz.

Demek ki özümüzde doğru olmalıyız: Sözümüz
gibi özümüzde de doğru olmalı, içimizi kötü duygu ve düşüncelerden
arındırmalıyız. Daha açık bir ifade ile düşündüğümüz gibi konuşmalı,
konuştuğumuz gibi olmalıyız. Sözümüz ile özümüz arasında ayrılık olmamalıdır.
Böyle olduğu takdirde olgun insan oluruz.

Demek ki işimizde doğru olmalıyız: Sözümüz
ve özümüz doğru olunca işimiz de doğru olacaktır. Bu başarımıza yansıyacak,
hayatımıza renk katacak, mutlu yaşayacağızdır. İşimizde hile ve haksızlık
yapmamalıyız. Kendi işimizi sağlam ve hilesiz yaptığımız gibi başkalarının da
işini aynen kendi işi gibi yapmalıyız.    

Bir başka öğrendiğimiz şey; Hocamızın
öğretilerinde insanları eğitmek var. Olayın bütünü görerek dersler verir.
Dürüst olmayanların vicdani gelişmemiş, şahsiyeti olgunlaşmamıştır. Bunun için
gerekli eğitimi almamış, şahsiyet gelişimini tamamlamamıştır. Dürüst olmayan
kişiler, hayatlarının gayesini, hedefini tespit edememiş veya yanlış tespit
etmişlerdir. Böylelerinin hayatini yönlendiren menfaatleridir. Gülücükleri ve
saygıları gösterişten ibarettir.

Hocamız altın değerinde ki bu fıkrasında;
“yaşa takılmayalım, dosdoğru olmalıyız”. Hayatımızın temel taşı olmazsa olmazı
dürüstlük olmalıdır. Bizi bu uğurda kocatsa, üzülsek bile. Çünkü dürüstlüğün
sonucu hep aydınlıktır müjdeler vardır. Daha güzel bir yaşam bizlerle
olacaktır. Dürüst olup ta sonuçta kaybeden, üzülen görmedim, kendimize ve
karşımızdaki kimseye dürüst olmamız gerektiğini vurguluyor. Dürüst, doğru,
hakikat peşinde koşan, gerçekçi kimseler olmalıyı öğütlüyor.

Akıl bir ağaç, dürüstlük ise meyvesidir. Sevdiğin
müddetçe ve sevebildiğin kadar

Sevdiğine herşeyini verdiğim müddetçe Ve
verebildiğin kadar Gençsin..  Her zamanda
bunun doğrulunu görebiliriz: M. Akif Ersoy ,“Budur benim hayatta beğendiğim
meslek, sözün odun gibi olsun doğrun tek.” Yunus Emre , “Doğru olsan ok gibi,
elden atarlar seni, Eğri olsan yay gibi, elde tutarlar seni, Menzil alır doğru
ok, elde kalır eğri yay”,  Cümleler
doğrudur sen doğru isen, Doğruluk bulunmaz sen eğri  isen. Afrika sözü, “Yalan bir yıl koşar,
doğru onu bir anda geçer.” Wendel Philips, Doğruluk sonsuzluğun güneşidir,
nasıl olsa doğar. Hz. Ali, Eğri olanın gölgesi de eğridir.

Velhasıl, Hocamız her şeyin kıymetini bilir
ve çevresiyle de paylaşırdı. “Güven kazanmak dürüstlükle mümkündür ve kazanması
uzun zaman alır yok edilmesi bir saniyedir. Dürüstlük öğrenilebilecek bir
yetenektir. İçinizde kendinize ait duygularınız olduğunu kabul etmekle, doğru
ya da yanlış olarak yargılamamakla ve bu duyguları kelimeler ile başkalarına
iletebileceğinizi fark etmekle başlar.

Hocamız asırlar ötesinden kısa öz
konuşuyor; daha yarın yaşanmadı ki! Dürüstlük uğrunda, doğruluk yolunda olmaya
çabalamak kutsaldır.

2)
Kendinle ve Çevrenle Dürüstlük: Yalansız Bir Dünyada Her şey Daha Güzel Olacak

Dünya bir deniz, insansa gemi; su alan
gibi, içine dünyayı aldıkça batıyoruz, mahvoluyoruz; içine girmediğimiz sürece
dünya hedefine gidiyoruz. 

Çocukluktan beri de söylenir ya “sakın
yalan söyleme ağzını acı biberle doldururum.” Ama birkaç dakika geçmez öğüt
veren kendi yalan söyler. Çözüm acı doldurmakta mı kesinlikle hayır. Güzel
sözle, tatlı dille derdimizi anlatmaktır. Karşımızdakine insan olduğunu
anımsatmalıyız. Çocukken durum böyleyken yetişken nasıldır? Sık sık
kullandığımız bazı yalanlara bakıp kendimizle yüzleşmeye ne dersiniz? İşte
bazıları:“Kalsaydınız bir şeyler yerdik… Vallaha sarıda geçtim memur bey…
Kazanmak önemli değil mühim olan yarışmaya katılmaktı… Bu son sigaram… Sen
bir de beni gençliğimde görecektin… Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için…
İhraç fazlası bunlar… Kilolarımla barışığım ben böyle mutluyum! Formu
doldurun biz sizi ararız. Bu sene üniversite soruları çok basitti, keşke sınava
girseydim… Arkasından değil, burada olsa yüzüne de söylerim Gol atmayı
sevmiyorum. Asist yapmak daha çok hoşuma gidiyor. Sayısaldan para çıksa, önce
kimsesiz çocuklara sonra da yaşlılara bağışlarım… Haaa bi de okul
yaptırırım… Failleri en kısa zamanda yakalanacak… Benim isçim, benim
köylüm, benim memurum… Aaaa. Hoş geldin. Ben de şimdi sana geliyordum. Şimdi
ben seni arayacaktım, sen benden önce davrandın. Kapatmam lazım, ocakta yemek
var. Telefonu kapatmam lazım. Diğer hattan arıyorlar. Arayacaktım ama işler o
kadar yoğun ki, kafamı bile kaldıramıyorum. Vallahi çok yakışmış… Telefon
kapalı değildi… Demek ki çekmemiş. Hay Allah!!!” Birçoğumuzun yabancı olmadığı
konuşlarımızdan kısa bir özet.

Hocamız bazen bir fıkrasında birden çok
ders vermek isteye bilir, öğreti bakımından zenginlik vardır.Hocamız işte bu
fıkralardan biri…

İnsanı batıran zararlı maddelerden
başlıcasına Hocamızın yorumunun ne olduğunun bilmeyeniniz yoktur herhalde. 

Nasreddin Hocanın canı bir gün yahni ister.
Kasaba gidip iki kilo et alır, eve gönderir. Hocanın karısı, yahniyi pişirirken
komşuları çıkagelir. Misafire ikram edecek başka şeyi olmadığından yahniyi pişirip,
komşularına ikram eder. Akşam olup da evine yorgun argın dönen Hoca, yahninin
özlemiyle sofraya kurulur.

Biraz sonra karısı Hocanın önüne bir tabak
bulgur aşı koyar.  Hoca kızar: “Hatun,
hani bizim yahni? Karısı misafire ikram ettiğini söylemeye cesaret edemez.”
“Hiç sorma efendi! Senin gönderdiğin eti kedi yedi”, der. Hoca sofradan kalkar.
Kediyi tartar. Kedinin zayıflıktan bir deri bir kemik ve açlıktan bitkin halde
olduğunu görür. Bir karısına bir kediye bakar.“Hatun, gerçekten eti bu bizim
kedi mi yedi? diye sorar.  Karısı:”Evet
Efendi!  Bu utanmaz kedi yedi”, der.
Hoca, koşarak el terazisini getirir. Terazinin bir gözüne kediye, öbür gözüne
kilogramları koyar. Kedi tam iki kilo gelir. 
Hoca karısına bakarak: “Bak hatun! Şu gördüğün bizim kedi tam iki kilo
geldi. Aldığım et de iki kiloydu. Bu tarttığım kedi ise, et nerede?  Yok, bu tarttığım et ise, kedi nerede? !”
diye sorar.

Hocamızın bu fıkrası yalan ve yalancılığın
getirdiği noktaları, zararlarını anlatan müthiş bir öğretisidir.

Biraz fıkranın içine girelim bakalım neler
var.

Hocamız doğruya doğru, eğriye eğri
demektedir. Misafire ikramı överken, bu davranışı açıkça söylemesini
istemiştir. Ve karşı tarafa en sade şekilde anlatmak değil midir amacımız.
İletişimde açık olmak önemlidir. Sorumuzu açık sorup cevabını açık seçik almak
isteriz. Zira “bizim anlatmak isteğimiz karşımızdakinin anladığı kadardır” .
Kimi insanlar saf görüne bilir. Fakat nükteleriyle aldatma ve yalanlara
kanmadığını ispatlarlar. Hoşgörümüzü, affediciliğimizi ve sevecenliğimizi
kaybetmeden, hiç

bir zaman aptal yerine de kendimizi
kondurmadan her şeyin farkında olduğumuzu esprili üslubumuzla gösterebiliriz.
Bilmeliyiz ki karşımızda kim olursa olsun doğru söylemeliyiz. Gerçek er geç
ortaya çıkacaktır. Bunun kanıtı atasözümüzde de mevcuttur “yalancının mumu
yatsıya kadar yanar.” Her zaman lafın gerçeğine, doğrusuna talip olmalıyız..
Yalan söyleyen kimse değerini düşürür. Ve yalandan hiçbir zaman hayır gelmez.
“İnsan ömründe kıymetini hiç kaybetmeyecek daha da artacak değerlerden bir
tanesidir yalandan uzak durmaz. Yalandan yalancılıkta yok oluş vardır,
kaybediliş vardır.” Bir kimseyle aranızı açmak, kendinizden nefret ettirmek,
günü kurtarmak, güvenirliliğinizi yitirmek istiyorsanız yapılacak tek bir şey
vardır yalan söylemek. Yalan; niyette(özde), sözde, fiilde eylemde, tavırda,
görüntüde bilinçli gerçek dışı beyan, ifade veya tavırdır. Özde yalanı olanın
sözdeki doğruluğu onu kurtarmaz. Doğruya inanalım, doğruyu yaşayalım, doğruca
sabredelim, doğrulara teşvik edelim, doğrudan yana olalım. “Bugün aldatan yarın
aldanır” hayat gerçeğini unutmayalım. Her şeyin ana şartı doğru olmak ve
doğru değerlendirme yapabilmekten geçmektedir. Victor Hugo da söylemiş ya
“Şeytanın iki adı vardır. Biri şeytan öbürü yalan.”

Hocamızın bir başka anlatmak istediği konu
başımıza gelen herhangi bir olayda hamle yapmak için biraz duralım. Hareket
geçmek için bir adım geri çekilerek büyük resmi görelim, öyle adım atalım. Zira
ön yargılı olmamalıyız. Burada olduğu gibi önce kediyi tartmalıyız!
Araştırmalıyız, ölçmeliyiz, biçmeliyiz, karşımızdakini dinlemeliyiz ardından
kararımızı vermeliyiz. Ve bunu da karşımızdakine söylerken bir daha yapmaması
için caydırıcı bir ders niteliğinde, yumuşak bir üslupla belirtmeliyiz. Hocamız
bunu yaparken öle bir edada yapıyor karşısında ki kibarlık karışsında yaptığı
kötü davranıştan utanıyor. Yalan söylemenin ne kadar kötü olduğunu yaşayarak
öğreniyor. 

Nasrettin Hocamızın hedefi belli 7’ den -77
‘ e BİRLİKTE YALANSIZ BİR DÜNYA KURMAK ‘tır…

Önce yüreğimize sonra evimize, iş yerimize
“ Bu mekânda yalan söylenmez”  levhası
asmaya ne der siniz? Zaten yalansız bir dünya kurup rengârenk sevgi çiçeği olup
açmak değil midir hayata geliş amacımız.

Nasrettin Hocamızın bu vasiyetine ne derece
sahip çıktık, çıkıyoruz, çıkacağız cevabı bizde saklı…

Nasreddin Hocamızın üçüncü dersi:

Hayat Kütüphanesinin Paha Biçilmez
Bilgileri: TECRÜBE VE EMPATİ

Hayat” adlı bir oyunun oyuncularıyız.
Sağımıza, solumuza,  önümüze, arkamıza
bir sürü rol konulmuştur. Rolümüz, yapmamız ve yapmamamız gerekenler, bellidir.
Hayat adlı oyunda mutlu olmakta mutsuz olmakta, başarılı olmakta başarısız
olmakta bizim ellerimizin arasındadır. Aslına bakılırsa çözümü belli olan bu
denklemlerin çözümünün bir parçası olmak varken hayatta karşılaştığımız
sorunların, problemlerin, umutsuzlukların… bir parçası olur çözümün
imkânsızlığına inanırız. Sanki ilk kez bizim başımıza geliyordur. Aslında
geçmişte hepsi yaşanmıştır! Hayat adlı oyunun kuralları, yaşanılacaklar,
başımıza gelecekler ve yapmamız gerekenler, çözümleri bellidir hatta yanı
başımızdadır çözümleri. Sadece görmek, fark etmek gerekiyordur.

O zaman diye biliriz ki hayatı farkında
olduğunuz kadar yaşarız. İşte Nasrettin Hocamızda bizden hayatın farkına
varmamızı istiyor. Her fırsatta bizim farkında lığımızı artırıyor. Çünkü mutlu
bir yaşam için farkında olmak gerekir. Ve insan yaşlanarak değil yaşayarak
olgunlaşır. Yaşam bunun örnekleriyle doludur.

Hocamızın bu hususta söyleyecekleri var,
kulak verelim ne diyecek…

Hocamız yaz günleri evinin damında
yatmasını severmiş. Bir gece evinin damında yatarken gece yarısı kalkması
icabetmiş. Uyku sersemliği ile bastığı yeri bilememiş ve dengesi kaybederek
damdan aşağı düşmüş. Hoca’nın vücudu hurdahaş olmuş ve kemikleri birbirine
geçmiş. Kazayı duyanlar geçmiş olsun demek için evine koşuşmuşlar. Her ziyaret
gelen:”Hoca Efendi, geçmiş olsun. Nasıl oldu da dikkatsizlik edip düştün? Şimdi
nasılsın bakalım?”demişler. Hoca bunlara sakin bir tavırla : “Siz damdan
düştünüz mü hiç? Diye sormuş. Birçokları bu sorunun ne maksatla sorulduğunu
anlamazlar ve Hoca’ya “Niçin sordunuz Hoca Efendi?”demişler. Hoca da: “Eğer
damdan düşmüş iseniz, halimi bilirsiniz. Anlatmaya lüzum yok. Eğer düşmemiş
iseniz ne söylesem yalandır. Anlayamazsınız. O halde anlatmaya hacet yok.”cevabını
vermiş.

Hocamız bizim ciğerimizi biliyor! Harika
bir dersler daha: Hocamızdan öğreniyoruz öğrenmenin bel kemiği yaşanmış
tecrübelerdir. Bizlerin tecrübelere bakışı ve aldığı dersler hayata bakışımızı
belirlemektedir. Zira “Yaşam, sürekli bir okuldur. Deneyimden daha güçlü bir
öğretmen yoktur, ama öğrenme isteği bulunmadıkça öğrenilemez deneyimden.”(B.
Shaw)

Aslında Hocamız damdan düşerek  “başarının, mutluluğun ve kazanmanın
sürecini” başlatıyor. Burada yaşamda karşılaştığımız sıkıntılara, hatalara,
kusurlara ve başarısızlıklara dikkat çekmek istiyor. Ve başarısızlıklara,
hatalara, kusursuzluklara önceden ulaşma ve bunlara nasıl bakılması gerektiğini
vurguluyor, bunlardan bir şeyler öğrenmemizi istiyor.

Hocamız komşularına verdiği cevapta,
“başıma böyle bir şey gelmiş, sorgulamak neden? kim düşmek, hata yapmak ister
ki? Dikkat sizde damdan düşe” bilirsiniz! İşte önemli olan düştüğünüz yerden
kalkmaktır.” Diyor.  Kalkmak neyle
mümkündür. Burada devreye tecrübeler, deneyimler giriyor. Örneğin, iş yaşamında
tecrübeye verilen ad hatalarımızın, üzüntülerimizin, başarısızlıklarımızın
toplamıdır. 

Hocamızın anlatmak istediği bir başka ders
hatalarımız karşısında bizi diri tutacak bir bakış açısına ihtiyaç var bir de
hatalarımızın, üzüntülerimizin, başarısızlıklarımızın kıymetini
bilmemizdir.  Çünkü “Kusursuz iki insan
vardır. Biri ölmüş, diğeri de doğmamış insandır.” “Hiç hata yapmamış adam, yeni
bir şey denememiştir, öğrenmemiştir.” (Einstein)

Demek ki kusurlar, hatalar ve
başarısızlıklar insanlar içindir ve insan olduğumuzun kanıtıdır. Hata yapamasak
makineden ne farkımız olur? Belki “Hayat yaşandıkça zorlaşır. Ama zorlaşmasa
hayat  “yaşam” olabilir mi?”“Keskin bıçak
olmak için çok çekiç yemek gerekir.” “Hatalarımızın, üzüntülerimizin,
başarısızlıklarımızın kıymetini bilelim.”

Demek ki başımıza gelen olumsuz olaylardan
aldığımız dersler hayat kütüphanesinin paha biçilmez bilgileridir. Satın almak
istesek zaten alamazsınız  hadi almaya
kalktık servetimiz yetmez!… İşte tüm bunlar hayata bakışımızı belirleyecektir.     

Başka çıkaracağımız bir ders başkalarının
kusurlarını ve hatalarını araştırmamalı ve kusurlarına bakmamalıyız. Önce kendi
kusurlarına ve hatalarına bakıp, bulup düzeltme çabasında olmalıyız.
Mükemmelliği giden yol hatalarımızla, kusurlarımızla, başarısızlıklarımızla
barışmaktır.  

Hocamız tecrübelere çok önem vermiştir.
Yaşamın farkındadır. Bizlerinde farkına varmasını istemektedir. Unutmamak
gerekir “Başkaların yaşadıklarını yaşayarak tecrübe edinmemeliyiz: Hani denir
ya “Genç sen yaşlılığın ne olduğunu bilmiyorsun ama ben gençliğin ne olduğunu
biliyorum.”

Bundan sonra ne söylene bilir bilmiyorum.
Damdan düşmeye gerek var mı? Belki dene bilir ki tecrübeleriniz neler? Bugün
hayat okulundan ne öğrendiniz!

Nasrettin Hocadan “ Hayat” adlı Simülasyon
Örneği ve Çözümü

 “Hayatı bize yaşadıktan sonra öğretirler.”
Diye düşünürüz. Biraz düşündüğümüzde göreceğizdir ki bir şeyi göz den
kaçırıyoruz. Bu da nasihattir. Nasihat deriz kulak arkası ederiz.

Nasihatler, deneyim, tecrübe ve yenilen
zorlukların iyi şeylerin bütünü, yaşanılan her şeyi fark edebilme adına bizim
yol pusulamızdır.

Yavaş yavaş önem kazanan
“simülasyon(benzetim)” adlı bir kavram var. Üniversitelerde ders olarak ta
okutuluyor. Simülasyona yaşayarak öğrenme 
de diyebiliriz. Zorlukları fırsatları alternatifleri, problemi
rahatlıkla, maliyetsiz görüyorsunuz. Her şey “gerçek gibi yaşanıyor.” bu
yöntemle sorunlarla önceden karşılaşıyorsunuz tespit ediyorsunuz ve önleminizi
alıyorsunuz.

Simülasyon kavramının kanımızca sosyoloji
ve psikoloji alanında ki adı “nasihattir.”

Hayatı yaşarmış gibi yaşamaya devam etmek
yerine hayatı gerçekten yaşayarak hayatımıza hayat katalım nasihatlerle.
Böylece düşüneceğiz, sorgulayacağız ve hep kazanan biz olacağız.

Nasrettin Hocamız nasihatlere çok önem
verirdi. Her fırsatta emin olduğu bilgilei paylaşırdı.

 Her
baba gibi Nasrettin Hoca da kızının iyi yetişmesi için elinden gelen her şeyi
yapmış. Hoca, kızına iğneye ip takmasına gelinceye kadar bütün bildiklerini
öğretmenin sevincini yaşamaktaymış. Nihayet hocanın kızı gelin olmuş. Ata
bindirilip baba evinden ayrılıp dünya evi, diye tavsif edilen yeni bir hayatın
başlayacağı eve doğru bir hayli mesâfe almış. Bu sırada Nasreddin Hoca, koşa
koşa gelin olan kızının arkasından gelip çok önemli bir şey unutmuşçasına kızının
kulağına gizlice şöyle demiş:

“Kızım, aman dikkat et! Sakın ola
iğneye ip taktıktan sonra düğüm atmayı ihmal etme. Sonra dikiş
tutturamazsın.”

Baba yüreğine bakın! Evladının az dahi
üzülmesini istemiyor.

Anlıyoruz ki nasihatlerin önemi büyük.  İnsanoğlu hayatın koşuşturmasından tatlı
zevklerinden bazı önemli şeyleri unuta bilir. Ona hatırlatacak bir arkadaşı,
bir dostu, bir ailesi sevdikleri, çevresi olmalıdır.

Demek ki “Hayatta en değerli hem de en
değersiz olan şey nasihattir. Çünkü nasihat tutulursa en değerli fakat
tutulmazsa en değersiz şeydir.”

Hocamız bir uyardı bulunuyor ( Kızının
unutacağı düşüncesiyle) insan unuta bilir., tekrar kibar bir dille anımsatıyor.
Veya insan zaafı olan varlıktır. Elindeki olanaklara bakarak şanslı olduğunu
göremez, elindekilerin kıymetini bilemez. Ta ki kaybedene kadar. Kaybedince
elindekilerin değerini anlar.

Demek ki nasihatler bakış açımızı
genişletir. Gelişim nasihatle başlar ve devam eder. İnsanın kendine gelebilmesi
hayat oyununu fark edebilmesi nasihatlerle mümkündür. Mutluluk, güç, eğlence,
sevgi, barış kısacası hayata dair her şey nasihatle mümkündür.

Empatik
Misiniz?

Günümüzde insanlar birbirlerini anlamaktan
yoksun. Herkes kendi düşüncesini dikta etmeye çalışıyor. Hep ben haklıyım
diyor, karşındakini dinlemeden! Böyle olunca da sorunlar, sıkıntılar artıyor.
Birbirimizi doğru anlamıyoruz, birbirimize tahammül etmiyoruz, saygı
göstermiyoruz.

İşte Hocamızda bu konudandertleymiş. Her
ortamda tatlı dili, güler yüzü, mütevazıyle karşındakine anlamaya, doğru yolu
göstermeye, düzeltmeye çalışırmış.

Yine bir yaz günü Hoca’yı iftara
çağırmışlar. Ortaya önce buzlu bir hoşaf gelmiş. Ev sahibi çok muzipmiş. Eline
büyük bir kepçe alıp, hoşafı içmeye başlamış. Bir yanda da:“ öldüm, öldüm.”
Diyormuş. Hoca’nın elinde ise küçücük bir kaşık varmış. Hoşafı bu kaşıkla
içmeye çalışıyormuş ama ne tadını alıyormuş ne de susuzluğunu giderebiliyormuş.
Bakmış olmayacak ev sahibine şöyle demiş: “Efendi, şu senin kepçeyle bir de ben
içsem de bir kerecik olsun bende ölsem.” Demiş.

Hocamız bakış açımızı genişletmeye devam
ediyor. Bunu da bu fıkrasında karşısındaki kişinin yerine koyarak onun duygu ve
düşüncelerini doğru olarak anlama çabasını göstererek yapıyor.

Demek ki insanların birbirlerini
anlamasının en önemli yollarından birisi “empati kurmaktır.” karşımızdaki
kişinin duygularını daha iyi anlayabilir ve kişinin verdiği tepkileri de
algılamamız kolaylaşır.  Bir diğer
anlamıyla empati yapmak insanlar arasındaki anlaşmazlıkları azaltır, insani
ilişkileri geliştirir, daha sağlıklı ve demokratik bir ortam yaratır.

Hocamız bunu ustaca yapıyor. Önce Hocamız
karşındakini izleyerek, yaptıklarını takip ederek kendini karşısındakinin
yerine koyuyor, olaylara onun bakış açısıyla bakıyor. O kişinin rolünde kısa
bir süre kalıyor, daha sonra da bu rolden çıkarak kendi rolüne geçiyor.

Sonra Hocamız bir kendi kaşığına bakıyor,
bir de ev sahibinin kaşığına; yani karşımızdaki kişinin duygularını ve
düşüncelerini doğru olarak anlayıp anlamadığını bakıyor. Karşındakinin ne
düşündüğünü tam, doğru anlayıp anlamadığına bakıyor.

Ardından bir eleştirmeyi değil uzlaşma ve
anlaşma sağlamak pozitif iletişim kurmak için uygun bir uslupla, hem güldürerek
hem düşündürerek “Bizde ölelim” diyerek taşı gediğine koyuyor.

O halde kuşkusuz sağlıklı bir iletişim için
içten ve dostça yaklaşım göstermeliyiz. Karşımızdaki insanı incitmeden ve
kişiliğine saygısızlık etmeden ve hoşgörülü davranarak göstere biliriz.

Hocamız gibi bizde karşınızdakini daha iyi
anlayabilir, karşımızdakiyle daha iyi anlaşabiliriz

Bir başka çıkartacağımız ders, kişiyi
tanıdıkça ve onun gibi duydukça olumsuzluklarını belirleyebilir ve oranda da
yardımcı olabiliriz. Buradaki temel nokta, kendimizi duygu sömürüsü yapıyor
durumuna düşürmeden, aşırılığa kaçmadan, onurunu incitmeden, gururunu kırmadan
ve işin cılkını çıkarmadan kararlı ve teknik bir biçimde hedefe kilitlenmektir.

Velhasıl “Hocamızda ölmek istiyoruz!” Yani
birbirimizi doğru anlarsak,  algılarsak
ve hayatımıza pozitif yansıtırsak dünya daha güzel  bir yer olacaktır. Hocamız bunu öğütlüyor…

Nasreddin Hocamızın dördüncü dersi:

Kazanmak Üzerine Dersler

Hani Hoca göle gitmiş balık tutmaya. Herkes
balık avlıyor. Oltasına bir balık takılacak diye bir heyecan, bir heyecan… Ya
avcıların oltasına bir de balık takılırsa, sen o zaman keyfe bak! Hoca da
oltasını salladığı kenardan başlamış yanında getirdiği yoğurtla göle yoğurt
çalmaya… Etrafındaki hemşehrileri ilkin şaşırmışlar. Fakat sonra almış bir
kahkaha. “Hoca” demiş Akşehirlinin birisi: “Göle yoğurt mu çalıyorsun? Göl maya
tutmaz ki?” Hoca, bıyık altından gülerek bir bakış atmış hemşerisine: “Ya
tutarsa!..” demiş.

Hani, hepimiz günlük yaşamımızda ‘ya
tutarsa’ diye bir şeyler yapmıyor muyuz? ‘Ya doğruysa!’ diye kafadan attığımız
cevaplar az mı? ‘Ya geçersem’ diye az mı arabanın gazına basmışızdır? ‘Ya
beğenirse’ diye giyindiğimiz giysiler olmadı mı? ‘Ya yetişirsem!’ diye otobüs
için koşturmadık mı?  ‘Ya çıkarsa’ diye
alınan biletler az mı? ‘Ya kazanırsam’ diye yarışmalara girmiyor muyuz? Demek
ki yaşamımız‘ya tutarsa’ çabaları ile doludur. Tuttuğu zaman kazanacağımız şey
için risk alıyoruz. Yani umduğumuz kazanç için bir bedeli göze alıyoruz; yanlış
cevabı, yanlış adımı, boşa koşmayı, yahut harcanan yoğurdu!

Demek ki kazanmak için risk almak lazımdır.

Demek ki kazanmak istiyorsak bedelini
ödemeye razı olmak gereklidir.

Demek ki kesin bir kazanç yoktur hayatta;
ihtimaller üzerine kuruludur hayat.

Fakat gel gör ki Hoca gibi ‘olmayacak duaya
amin demek’ ne kadar doğru! İnsanlara gülünç gelecek kadar komik, olmayacak bir
şey! Göle yoğurt çalacaksın ve tutacak!.. Nafile bir çaba, boşa giden emek!
İsraf edilen yoğurt… Bir de bunu yaşıyla başıyla hoca Nasrettin gibi bir kadı,
yani aklıyla insanların sorunlarına çözüm üreten birisi yapabiliyor! Nasıl olur?
Gel de gülme…

Demek oluyor ki umut uğrunda mantıksız
adımlarla hayaller suya düşürülmemelidir.

Eşeği yardan uçuran bir tutam otmuş!
Kazanacağım diye eldekini de boşa harcamamak lazımmış. Göl yoğurt tutacak diye
elindeki yoğurttan da olmamak lazımmış.

Kazanmak sadece akıllı adımlar atmakla
olurmuş demek ki, imkansıza talip olmakla değil!

 Bunlar ne kadar güzel derslerdir. İnsanın
kazanma hırsının nelere mal olabileceğini öğreten, eğiten, ‘kazanmak’ üzerine
derslerle dolu bir fıkra. Fakat Hoca’ya da haksızlık ediyor olmayalım? Gelin şu
fıkraya başka bir açıdan bakalım:

Hocamız göle niçin gitmişti? Balık tutmaya.
Herkes ne yapıyordu? Balık tutuyordu. O kadar balıkçının oltası arasında
Nasrettin Hoca’nın oltasına balıklar nasıl gelebilirdi? Hoca bu balıkları nasıl
kendi oltasına çekebilirdi?

Bilenler bilir; güneşli havalarda balıklar
yüzeyinde gölgelik olan yerlerde toplanırlar. Yaprakların altında mesela.
Yoğurt da yağlı olunca durgun göl suyunun yüzeyinde toplanır. Bir tabaka
oluşturur. Ve balıklar buraya doğru akın ederler. Hoca da oltasını çeker de
çeker… Gelsin balıklaarr!

Hoca amacına ulaşmıştır. Yani göl maya
tutmuş, yoğurt tutmuştur. Balıkları tutmuştur Hoca. Rakipleri gülerken o sepeti
doldurmuştur bile…

Bir ders daha veriyor Hocamız kazanmak
üzerine; Fark yarat ve rakiplerini geç. Senin farkın yoksa diğerleri arasında
niçin balıklar senin oltana gelsin?

İnsanları farklı fikirlerle şaşırt.
Şaşkınlıkları geçtiğinde sen amacına ulaşmış, onlar da senden yeni bir şeyler
öğrenmiş olacaklar.

Ha, bir şey daha öğretiyor Hoca Nasrettin;
onlar göle yoğurt çalışına güledursunlar, sen göle yoğurt çalmaya devam et;
“son gülen iyi güler”! Balıklar kimin sepetindeyse sonunda o gülecektir!

Kazanmanın bir yolunu daha öğretiyor.
Sağına ve soluna değil, kazanmak istiyorsan hedefine bak. Gülüşmelere,
alaylara, küçümsemelere aldırış etme; moral ve motivasyonunu bozma. Kazanmak
için sen işine bak. Sonuca odaklan. Kazanacak olan sensin!

Nasrettin Hocamız sadece bir fıkrada
kazanmak üzerine onlarca dersi birden verebiliyorsa, biz de onun bu muhteşem ve
hikmetli mesajları önünde eğilmeliyiz. Onun derslerini yutmalıyız.

Ne dersiniz, aklıma geldi; oltaya gelen
balıklar da bizler olmayalım?!..

Hem de sazan kalıyoruz Hoca’nın
fıkralarının derinliği karşısında…

Bundan sonra kolayca gülmeyiz Hoca’ya
sanırım!…

Nasreddin Hocamızın beşinci dersi:

Nasrettin
Hoca’nın Kadına ve Mutlu Bir Evliliğe Bakışı

Nasrettin Hocaya sormuşlar: Hocam kıyamet
ne zaman kopacak?  Hangisi? Büyük kıyamet
mi, küçük kıyamet mi? Hocam kıyametin küçüğü büyüğü olur mu? Olur!.. Karım
ölürse küçük kıyamet, ben ölürsem büyük kıyamet kopar!. Demiş.

Geleneksel anlayışta ( erkek egemen bir
kültürde) kadına değer verilmez. “Eksik etek, kadının karnında sıpayı,
sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” gibi hoş olmayan söz, davranış ve
düşüncelerde kadına olan olumsuz bakış açışını görürüz. İşte o zamanlarda da
böylesi bir anlayış varmış. Hocamız dikkati bu noktaya çekmek istemiş ve öğütte
bulunmuştur:  Hocamızın dikkat çekmek
istediği nokta kıyamet evrenin sonudur. Aile hayatınındı sonu kadının
ölmesidir. Ailenin kadının ölmesiyle düzeni bozulur. Zira yuvayı dişi kuş
yapar. Kadın sevgidir, saygıdır, aştır, eştir, hayatın diğer yarısıdır. “Erkek
hükümettir; yönetir, korur, sahip çıkar, kadın milletir; hükümeti ayakta tutar.
Yani erkek baştır kadın boyundur, başı nereye isterse orya çevirir” Her
başarılı erkeğin arkasında bir kadın, her başarılı kadının arkasında bir erkek
vardır.  Hocamız burada ailenin içinde
kadının önemini ve kadına değer verilmesi gerektiğini, hem kadın için hem de
erkek için birbirilerin hayattaki en kıymetlisi olmaları gerektiğini nasihatini
vermek istiyor.

İlk nasihatinden öğreniyoruz ki hayat boyu
sürecek mutlu ve sağlam bir evliliğin sırrı: “eşine (karına, kocana ) değer
vermektir, kıymet bilmektir, önem vermektir ”.

Evliliklerde en çok yaşanan sıkıntıların
başında eşlerin birbirlerine karşı asık suratlı ve somurtkan bir tavır
sergilemeleri gelir. Asık bir surat, baskılanmış öfke ve sıkıntıların su yüzüne
çıkmasına yardımcı olur. Gergin bir kişi çevresine sürekli negatif enerji yayar
ve evinizin ortamını soğuk bir alana çevirir. Hâlbuki güler yüz ve tebessüm,
muhabbetin kaynağıdır.  Eşler arasındaki
sevginin ve muhabbetin artması anlamına gelir.

Eşler akşam olduğunda daha kapıda birbirini
tebessümle karşılamalı ki “kişi” kendini rahat hissetmelidir. Ve bu ortamda
öğle huzurla soluklanmalı ki, vaktini dışarıda arkadaşlarıyla geçirmek için can
atmak yerine, eşi ve çocuklarına adamalıdır.

Özellikle bir ailede eşler arasındaki
ilişkilerin sağlıklı olmasında, tatlı dil ve güler yüzün oldukça önemli bir
yeri vardır. Eğer eşler birbirine karşı tatlı dili ve güler yüzü  eksik etmez iseler, onların bu güzel
davranışları, çocuklarına da yansır ve ailede daha sıcak ve huzurlu bir ortamın
oluşmasına sebep olur. Zamanımızda yaşanan aile huzursuzluklarına bir göz
attığımızda, insana hiçbir zahmeti olmayan, güler yüzün ve tatlı dilin önemi
daha da anlaşılmaktadır.

Bu konuda Hocamızda dertlidir:

Nasreddin Hoca, yine bir aksam yorgun argın
evine döner. Kapıyı çalar. Karısı, yüzünden düsen bin parça olarak kapıyı açar.
Hoca: “Ne oldu hatun? Yine bir derdin mi var? Seni de bir türlü güldüremedim”
diye sorar. Karısı: “Komsumuz filanca kadın öldü. Cenaze evindeydim.  Nasıl gülebilirim ki” der. Hoca dayanamaz ve
karısına: “Aman hatun, dediğine bak! Ben senin düğün evinden gelişini de
bilirim.” der.

Hocamız yine önemli bir hususu bizlerle
paylaşıyor. Erkek tebessümle eve girmeli eşi de onu tebessümle karşılamalıdır.
Tebessümün aslında anlamı “ seni çok özledim, seni merak ettim, sana içten
yaklaşıyorum” demektir. Karşısındaki insana sevgi ve saygı göstermeyen kimse, o
kişiden sevgi ve saygı beklemeye hakkı yoktur. Birine göndermiş olduğumuz bir
tebessüm, bize yine tebessüm olarak geri döneceğini asla unutmamız
gerekir.  Güler yüz ve tatlı dil,
olumsuzlukları giderir ve çevremize pozitif bir enerjinin yayılmasına vesile
olur. Güler yüzlü ve tatlı dilli olan insanlar, çevresine adeta ışık ve
güzellik saçar. Güneşin o sıcağı, nasıl ki sert buzları  bile yumuşatıp erittiği gibi, güler yüz ve
tatlı dil de, sert kalpleri ve gönülleri yumuşatır ve eritir.

Mutlu bir toplumun meydana gelebilmesi
için, karşımızdaki bir insanın, bize nasıl davranılmasını istiyor isek, bizde
ona öyle davranmamız gerekir.

Hocamızdan yine öğreniyoruz ki hayat boyu
sürecek mutlu ve sağlam bir başka evliliğin sırrı: “ tatlı dil ve güler yüzdür”

Evlilik kurumu en değerli ve en önemli
kurumlardan biridir. Milletin, devletin ve gelecek nesillerin temeli burada
atılır. Kişinin ailede mutlu olması hayatta mutlu olması anlamına gelir. Son
yıllarda mutsuz bir toplum haline geldik. Burada aile’nin önemli bir unsur
olduğunu görüyoruz. Son 10 yılda boşanma %80’in üzerine çıktı. Her dakika bir
boşanma gerçekleşmekte, çiftler daha çok kavga eder oldu, karşılıklı rıza ile
boşanmaların sayısı ise daha da azaldı. Peki “evliliklerin yıkılmasının nedeni
nedir? Ekonomik sıkıntılar mı? Konuşamamak mı? Parasızlık mı? Kıskançlık mı?
Sadakatsizlik mi? İlgisizlik mi? Eğitimsizlik mi? Kişilik çatışması mı?
Bunların çoğu birer belirtidir. Gerçek sebep sevgi, saygı ve güven bağlarını
zayıflatan şeydir. Evliliğin bir arada tutan ve sağlam bir evliliğin harcı
sevgi, saygı, hoşgörü, anlayış,dürüstlük, açık sözlü ve net olmak ve güvenden
oluşur.

Dürüstlük ve güven o kadar çok önemlidir ki
Nasrettin Hocamız gibi kediyi bile tartırır ve ileride küçük gibi görünen büyük
sorunların temeli böyle oluşur:

Nasreddin Hocanın canı bir gün yahni ister.
Kasaba gidip iki kilo et alır, eve gönderir. Hocanın karısı, yahniyi pişirirken
komşuları çıkagelir. Misafire ikram edecek başka şeyi olmadığından yahniyi
pişirip, komşularına ikram eder. Akşam olup da evine yorgun argın dönen Hoca,
yahninin özlemiyle sofraya kurulur.Biraz sonra karısı Hocanın önüne bir tabak
bulgur aşı koyar. Hoca kızar:” Hatun, hani bizim yahni? Karısı misafire ikram
ettiğini söylemeye cesaret edemez.Hiç sorma efendi! Senin gönderdiğin eti kedi
yedi, der. Hoca sofradan kalkar. Kediyi tartar.Kedinin zayıflıktan bir deri bir
kemik ve açlıktan bitkin halde olduğunu görür.Bir karısına bir kediye bakar.
Hatun, gerçekten eti bu bizim kedi mi yedi? diye sorar. Karısı: Evet Efendi! Bu
utanmaz kedi yedi, der.Hoca, koşarak el terazisini getirir. Terazinin bir
gözüne kediye, öbür gözüne kilogramları koyar.kedi tam iki kilo gelir. Hoca
karısına bakarak: Bak hatun! Şu gördüğün bizim kedi tam iki kilo geldi. Aldığım
et de iki kiloydu. Bu tarttığım kedi ise, et nerede? yok bu tarttığım et ise,
kedi nerede?! diye sorar.

Eşinize güvenir misiniz? Evlilikle ilgili
en esaslı sorulardan biridir bu. Aslında sağlam bir evliliğin sırrı da bu
sorunun cevabında gizlidir. Eşinize karşı ne kadar açıksınız, ne kadar
güvenirsiniz? Ne kadar küçük, pembe yalanlar olsa da yalan söylemek önce
kendinize olan saygınızı bitirmenize neden olur. Yalan öğrenildiği anda ne
boyutta olursa olsun, yalan olarak algılanır ve güveni yok ederek ilişkiyi
zedeler. Zira güven duygusu kolay kazanılmaz. Güvenin kaybedilmesi çok
kolaydır. Bu nedenle güven duymak, başkalarının güvenini kazanmak ve bu güven
duygusunu korumak gerçekten emek ve zaman harcanmasını gerektiren bir süreçtir.

Hocamız bu fıkrasında sağlıklı ve kalıcı
bir evlilik için güveni ve sağlam bir ‘irade gücü’nün evliliğin temel
şartlarından biri sayıyor. İrade dediğimiz duygu, insan hayatındaki evreleri
kontrol altında tutan bir ‘güç’tür. 
Evlilik için de irade gücünün, ‘nerede’ ve ‘nasıl’ kullanılacağı iyi
bilinmeli.  ‘İradesi kuvvetli olanlar;
zor şartlarda bile olsalar, mutluluğa ulaşabilirler’ Bunun Nasrettin Hocamıza
göre her ne şartlarda olursa olsun, iradesine sahip olan ve “eşine güven
duymaktan, dürüst olmaktan, gerçekleri söylemekten, açık sözlü ve net olmaktan,
ve anlayışlı ve hoşgörülü olmaktan” geçer.

Hocamızdan öğreniyoruz ki hayat boyu
sürecek mutlu ve sağlam bir başka evliliğin sırrı: ‘Ben’ yerine ‘biz’ olmaya
giden “sevgi ve değerler insanı olmaktır ve hayatımızda bu değerleri yaşamak,
yaşatmaktır.”

Velhasıl, evlilik bir paylaşımdır. Erkeğin
de kadınında paylaşıma ortak olduğu bir müessesidir. Şöyle ki bir mutlulukta ki
payı ortaya koyduğumuz özveri belirlenir. Karşımızdaki için biz çabamız
oranında değerliyizdir, o oranda mutlu oluruz Eşler birbirlerine karşı
maddî-manevî varlıklarını vermekle bir şey kaybetmezler, aksine çok şey
kazanırlar. Denir ya  “Bir mum,
diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez” hakkâkten
doğrudur.

Şimdi birbirimize sarılma vakti! Yüreğini
yüreğinize ekleme vakti. “ Eşim değil, karım ol, karımsın!” Deme vakti… Eşlik
etmek yeter mi? Fazlasını beklemez mi insan yârinden? Evlenecek erkeğe
eskilerin neden ”koca” der. Çünkü “koca” bilge demektir, yüce demektir. Koca
demek, dağ demektir. Ve ne kadar yüce olursa olsun, üstünde kar olmayan dağ
eksiktir. Dağların yücesine kar yağar diye kadına da “kocanın karı” demişler.
Bakmayın şimdi evlenenlerin “karı-koca” ilan edildiğine. “Koca ve onun karı”
olmalıdır aslında. Yani yüce bir dağ olmalı adam. Kar gibi pak ve masum olmalı
kadın. Örtmeli ve bir ömür, süsü olmalı dağın. Çünkü üşür tepesinde kar olmayan
dağ, ne kadar yüce olursa olsun, yarım görünür…

Hayatının kitabı mutluluksa “ Eşim olma,
karım ol! Bana benzemeye çalışma sakın. Bana benden lazım değil bir tane daha.
Ama unutma ki sensiz yarımım. Her zaman söylemem, ama sen anla. Eşim olma,
karım ol! Beni tamamla…” diye biliyorsak eşiniz canınızın canıdır.

Akıllı Adam Nasreddin Hocamız…

Mutluluğumuza ve geleceğimize dair ilk
adımı Nasreddin Hocamızın öğretileriyle birlikte attık. Mutluluğun ve sevgi’nin
enerjisi yayılmaya başladı…

Yine harikasın Nasreddin Hocam… SENDE
OLMASAN BU HAYAT ÇEKİLMEZ…

Kaynakça:

Chapman, Gary.   Beş Sevgi Dili. Çev. Betül Çelik. İstanbul:
Sistem Yay., 1996

Freedman, J.L.; Sears, D.O.; Carlsmith,
J.M. Sosyal Psikoloji. Çev. Ali Dönmez. Ankara: İmge Yay., 3. bs. 1993

Heıtler, Susan. İkinin Gücü. Çev. Gülder
Tümer. Ankara: HYB Yay., 1998

İslâmoğlu, Mustafa. Tavsiyeler-II.
İstanbul: Denge Yay., 1999

Köknel, Özcan. İnsanı Anlamak. İstanbul:
Altın Kitaplar Yay., 6. bs., 1997

Rob Parsons. Altmış Dakikalığına
Evliliğiniz. Ankara: HYB Yay., 1997

Saygılı, Sefa. Evlilikte Mutluluk Sanatı.
İstanbul: Türdav Yay., 1999       

Ziglar, Zig. Hayat Boyu Flört. İstanbul:
Beyaz Yay., 1999

Prof. Dr. Nevzat Tarhan çeşitli röportajlar

http://www.sebinhaber.com/yazi/guler-yuz-ve-tatli-dil-133.html Mustafa Erdoğmuş

http://www.habertimes.com/evliliginizi-bakima-aldiniz-mi-makale,692.html

http://www.aktuelpsikoloji.com/artikel.php?artikel_id=797 Psk. Dan. Perihan DEMİRBAŞ

http://www.ilknuryilmaz.com/makaleler/bir-omur-boyu-suren-iliskiler-icin.html

[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row] ]]>
AKIL VE YÜREK HOCANIZ 2020/04/19/akil-ve-yurek-hocaniz/ Sun, 19 Apr 2020 12:20:52 +0000 ?p=610

AKIL HOCANIZ, KOÇUNUZ, DANIŞMANINIZ, MENTÖRÜNÜZ YUNUS EMRE, MEVLANA, NASREDDİN HOCA

Kişisel ve Toplumsal Gelişimde Kendi Kültürümüz ve Yunus Emre’den Dersler

Kişisel gelişim  bir 
sektör…  Bu sektörü kendi
kültürümüzle öğrenip hayata uygulamak gerektiği kanımsımdayım. Zira tarihi
başarılarla, mutluluklarla, liderliklerle motivasyon örnekleriyle dolu bir
milletin evlatlarıyız. Bunu günümüze aktarmak bizlerin en önemli görevidir, değerlerimize
vefanın en önemli göstergesidir.

Kendi kültürümüzle, kendi kültürümüzün
büyük değerleriyle sadece kişisel değil toplumsal olarak gelişmek gerekir. Aksi
halde sorunların kalıcı bir çözümü hiç bir zaman olmayacaktır. Şöyle ki gerçek
mutluluğa erişmek kendi değerlerimizle olur ancak. Zira her şeyin tarifi bizde!
İnsanın doğasını en iyi anlayan ve anlatan kaynaklar bizde! Ama kıymetini
bilmiyoruz.

700 yıl kıtalara hükmetmiş atalarımızı ve
tarihimizi bir araştırdığımızda bunun onlarca güzel örneklerini görebiliriz.
“Kişisel ve toplumsal gelişimin hatta hayatta mutluluğun rehberi bizde.”
Nasrettin Hoca, Mevlana, Yusuf Has Hacip, İbni Sina, Eflatun, Melik Şah,
Attila, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, Evliya Çelebi, Piri Reis, Atatürk,
Fatih Sultan Mehmet, Mimar Sinan, Dede Korkut, Kanuni Sultan Süleyman, Şeyh
Edebali, Osman Bey, İbn Haldun ve daha niceleri…

Türk millî benlik ve kimliğinin
oluşmasında, bizi biz eden birbirinden değerli bu büyük isimlerin çok önemli
etkileri vardır. İnsanımızın zihninde, gönlünde sevgi, barış ve hoşgörüyü
işleyen şiirleriyle, düşünceleriyle, hizmetleriyle, fıkralarıyla sosyal ve
siyasî  birliğin mimarları olarak
yaşamaktadırlar.

İşte mesajlarını çağlar ötesinden günümüze
kadar ulaştırabilmiş olan Türk Kültür Tarihinin bu şahsiyetlerden biri de Yunus
Emre’dir. Yunus Emre 800 yıldan beri hiç bir ayrımcılık yapmadan hep ‘birlik’
kavramını işlediği en güzel Türkçe şiirleriyle her an milletimize ve evrensel
insana seslenmektedir. Dilimizin milli sesini, dehasını en iyi o aksettirir.

Güzel ahlâk, ilim, din gibi esasların
bireylere öğretilmeye başlandığı, yaygınlaştığı bir dönemde doğru in- sanı
anlatmak ister. Doğum ve ölüm arasındaki yolculukta insana hep doğruluğu
izlemeyi öğütler. Kinden, öfkeden, hırstan, kıskançlıktan, ihtirastan, kibir,
yalan, gıybet, fitne vb. kötü ahlak özelliklerinden de sakınılmasını tembihler.
Kibrin karşısına tevazuyu, nefsin karşısına da aklı koyar.

“Cümleler doğrudur sen doğru isen, Doğruluk
bulunmaz sen eğri isen” beyiti yüzyıllarda geçse geçerli olacak ne güzel bir
özdeyiştir. İnsanlarda istediğimiz bilgi, beceri, tutum ve davranışlar gibi
insanın gelişmesini sağlayacak eğitimi Yunus Emre’nin düşünceleriyle
gerçekleştirebiliriz.

Nitelikli ve mutlu insanı Yunus Emre’nin
nasihatleriyle yetiştirebiliriz. Böylece Yunus Emre’yle 7’ den 77’ye herkes
kendini tartacak, kendini bulacak, farkındalığı artacak, sevgi ve değer insanı
olacaktır. Hatta öğrenilen ve hayata uygulanan bu bilgiler sayesinde çağın
hastalıkları olan egoizm ve depresyon diye bir şey kalmayacaktır.

Peki, asırlar öncesinden Yunus Emre’ye göre
kişisel ve toplumsal gelişimin püf noktaları nelerdir? Yunus Emre’ye göre
nitelikli ve mutlu olmanın sırrı nedir? Yunus Emre’ye göre sevgi ve değer
insanı olmanın yolu nedir? gibi pek çok sorunun cevabını şu başlıklar altında
özetin özeti şeklinde paylaşmak istiyoruz.

Nitelikli toplum diyoruz: Ne demek bu? Bu
şu demek; hayatta farkı nicelik değil, nitelik belirliyor. Yunus’a göre nicelik
değil, nitelik önemlidir. Nitelikli insanların bazı özelliklerini şöyle
paylaşır:

1.
Bir ideali vardır

Yunus Emre’nin hayat amacı, ideali gönüller
kazanmaktı. Gönüller yapmanın birinci adımı ise kendisi için istediğini başkası
için de istemektir. Bunun içinde şu dizelerde davranış biliminin altın kuralını
bizlere anlatıyordu:

Sen sana ne sanırsan ayrığa da anı san

Dört kitabın ma‘nâsı budur eğer var ise

Adeta peygamberimizin “Kendisi için sevip
istediği şeyi başkaları için de istemedikçe hiç kimse gerçek mümin olamaz.”
hadisini şiirsel ifade ediyor. Bir de;

Gönül yüksekte gezer, daima yoldan azar,
Dış yüzüne o sızar, içinde ne var ise.

Yani “gönül kazanmak için her şeyi
yapacağız ama sahte bir şekilde yapmayacağız. Samimi değilsen, samimiyetsizlik
çok pis kokar. Hemen kokusu çıkar. Bazen insan pis koktuğunun fark etmez. Ancak,
çevresindekiler kokuyu hemen alırlar. Onun için ‘Dış yüzüne o sızar içinde ne
var ise.’ Kimseyi aldatamayız.”

Yunus Emre’nin bu idealinin yani gönül
yapmanın yabancı lisanlarda tam karşılığı yoktur ve bir başka beyitinde kendi
derdinin gönül yapmak ve gönüller evinde dolaşmak olduğunu şöyle nasihat eder
bizlere:

“Ben gelmedim dava için, benim işim sevi
için

Dost’un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa
geldim.”

2.
Önceliklerini bilir

İnsan sevgisi olmalıdır: Her şey sevmekle
başlar. İnsanların içindeki en büyük boşluğun sevgi olduğunu düşünür. İşimizi,
eşimizi sevmeliyiz. Yunus Emre her dem sevgiden, aşktan bahseder. Yalnız bu aşk
ilahi aşktır. O bir sevgi insanıdır. Allah ve insan sevgisi ile dopdoludur. O
günün insanı değil, gönül insanıdır. Bizlere de sevgi ve değer insanı olmayı
öğütler. Ve sevgiyi dizilerinde şöyle anlatır:

Ne varlığa sevinirim

Ne yokluğa yerinirim

Aşkın ile avunurum

Bana seni gerek seni

 dizeleriyle büyük bir aşkı ve sevgiyi terennüm
etmektedir.

Yunus insanların birbirlerine kötü
davranmalarını, çıkar kavgaları yüzünden düşman olmalarının doğru olmadığını şu
dizileriyle bize nasihat eder:

Gelin tanış olalım

İşi kolay kılalım

Sevelim sevilelim

Dünya kimseye kalmaz

Onun çağlar aşmış güncelliğini koruyan çok
anlamlı mısraları, bugün Birleşmiş Milletler Teşkilât kapısına asılsa
yeridir… Bir başka nasihatinde de:

Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayan

Halka müderris olsa hakikatte âsidir

demek suretiyle, insan hak ve hukukunun
önemini vurgulamaktadır.

Yine Yunus Emre insanların birbirlerini
sevmeleri, birbirlerini kırmamaları gerektiğini şu nasihatinde ne güzel
öğütlüyor;

Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz
değil

Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz
değil

Kin gütmenin zararını, kin’in öncelikle
insanın kendisine zarar vereceğini de şu mısralarla ne kadar güzel bir biçimde
anlatmaktadır:

Adımız miskindir bizim Düşmanımız kindir
bizim Biz kimseye kin tutmayız Kamu âlem birdir bize

“Yunus Emre’nin insancıl duyguları ve bu
doğrultudaki şiirlerinin çokluğu, yabancı birçok bilim adamının, onunla
ilgilenmesine de neden olmuştur. Yunus, hakkında en çok araştırma yapılan,
makaleler yayımlanan bir Türk şairidir. Türk dostu İtalyan Türkolog Prof. Dr.
Anna Masala Yunus için: ‘Yunus Emre Türk ruhudur, sonsuz süresiz
Anadolu’dur…’ derken, çok önemli bir gerçeği tespit etmiş olmaktadır.”

3.
Mutluluk, Başarıda İnanç ve Allah Sevgisi

 Yunusun çok güçlü bir Allah sevgisi ve Allah
inancı vardır. Birincisi küçüklükten beri bizlere “şunu yapma Allah yakar, bunu
yapma şöyle yapar.” diyerek Allahtan korkarak Allah’ın bizlere olan sevgisini
unuturuz. İşte Yunus Emre Allah’a sevgi yönüyle baktırır, Allah’ı bizlere
sevdirir. Şiirlerinin hemen hemen hepsinde bunu hissedebiliriz. Bu inanç öyle
bir inançtır ki hayatı Allah’ın gör dediği yerden görerek mutlu yaşamayı
sağlar. Bilir ki “Allah var, gam yoktur.” Her ne sorunla karşılaşırsa
karşılaşsın elinden geleni yapıp, sabrederek sorunlar fırsat olur. Ve bizlere
bütün madde alemini hiçe saydığı şu beyitlerinde bunu öğütlemektedir:

Aşkın aldı benden beni / bana seni gerek
seni

Ben yanarım dün ü günü / bana seni gerek
seni

Ne varlığa sevinirim / ne yokluğa yerinirim

Aşkın ile avunurum / bana seni gerek seni

Aşkın aşıklar öldürür / aşk denizine
daldırır

Tecelli ile doldurur / bana seni gerek seni

Aşkın şarabından içem / mecnun olup dağa
düşem

Sensin dün ü gün endişem / bana seni gerek
seni

Yunus’durur benim adım / gün geçtikçe artar
odum

İki cihanda maksudum / bana seni gerek seni

bir başka şiirinde:

Elif okuduk ötürü / Pazar eyledük götürü,
Yaradılmışı hoş gördük / Yaradandan ötürü…

Akıl ve gönüller eğitme de sohbet kadar
etkili bir diğer manevi eğitim aracı aşktır. Yunus, aşk ile yoğrulduğunu ve
terbiye edildiğini söyler.

Aşk ile terbiye edilmek ya da aşkın üstün
ahlâk ile ilişkisini göstermek, Yunus’un düşüncesinin en önemli yönlerindendir.
Kainatta gördüğü düzenliliği, toplumsal yaşamda da görmek isteyen, insan
ruhunun ancak erdemlerle donatıldığında Hakk’a yaklaşacağını düşünen Yunus;
adalet, doğruluk, bilgelik, hoşgörü gibi erdemleri temele alır. O’nun için Hakk
aşığı aynı zamanda üstün ahlâkın seçkin bir örneği olmalıdır. Bu sebeple ilâhî
aşk ve üstün ahlâk bağlantısı doğrultusunda O’nun ulaşmak istediği insan tipi
de netleşir.

4.
Güzel Üslup Sahibi Olmak

İnsanlar asırlar boyu ne çekmişse çoğu kez
dillerinden çekmişlerdir. En ciddi iletişim sorunları dilden dolayı çıkar. Bu
yüz- den Yunus Emre de nasihatlerinde güzel üsluplu olmanın insanlarla arasında
iletişimi güçlendirdiğini ve konuşmanın bir adabının, sınırlarının olması
gerektiğini sık sık bizlerle paylaşmaktadır:

Söylediğin keleciyi (sözü) işittiğin gibi
söyle,

Kend’özünden  zeyreklenip 
(yorumlayıp)  birkaç söz dahi
katmagıl.

Yalancılık eylemeğil aşka yalan söylemeğil
Bunda yalan söyleyenin, anda yeri zindandadır dizelerinde doğru konuşmayı,
yalan söylememeyi,dedikodu yapmamayı…

Söylememek harcısı söylemeğin hasıdır

Söylemeğin harcısı gönüllerin pasıdır

Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz

Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz

Onsuz sözün, gör nedir, çok söz hayvan
yüküdür Arife bir söz yeter, tende gevher var ise dizelerinde; sükûneti,
yerinde, zamanında, az ve öz konuşmayı…

Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı

Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz

Söz var kılar kaygıyı şad, söz var kılar
bilişi yad Eğer horluk, eğer izzet, her kişiye sözden gelir dizelerinde; sert,
kırıcı, kavgayı teşvik edici sözler yerine, nazik, gönül yapıcı, barışçı sözler
söylemeyi…

Tehi (aşağı) görme kimseyi, hiç kimsene boş
değil

Eksiklik ile nazar, erenlere hoş değil

Şeyh ü dânişmend ü fakı, gönül yapan bulır
Hakk’ı. Sen bir gönül yıkdunısa, gerekse var yüz yıl okı. dizelerinde;
kişilerin ayıplarını, kusurlarını ortaya koyan sözler söylememeyi…

Sözüm ay gün için değil, sevenlere bir söz
yeter Sevdiğim söylemez isem, sevmek derdi beni boğar dizelerinde
duygularımızı, düşüncelerimizi söylemeyi, saklamamayı bizlere öğüt verir.

5. Hoşgörülü olmalıdır

Yunus Emre’nin özellikle bir başka üzerinde
durduğu husus barış, kardeşlik ve hoşgörüdür. Onun hoşgörüsünü kavrayabilmek,
anlamak ve hayatımıza yerleştirebilmek Yunus Emre’nin bizlere en önemli
nasihatlerinden biridir:

“Yaratılanı hoş gör

Yaratandan ötürü”

diyerek hoşgörüyü asır evvel ne güzel tarif
etmiştir.

6. Bilgiye önem verirler

Kendini bilmenin yolu akla, ilme önem
vermektir. Zira insan bildikleriyle yaşar. Bilgisi oranında kendini ve etrafını
tanır. Etrafına büyük ışıklar vermiş olur. Bunun yolu da ölünceye kadar
ilimdir. Yunus Emre’de bunu nasihat etmiştir:

İlim ilim bilmektir İlim kendin bilmektir
Sen seni bilmezsen Bu nice okumaktır

diyerek ilim tahsili yapmanın kendini
bilmekle beraber götürüldüğü zaman faydalı olacağına dair bir başka işarettir.

7. Hayatlarında ihmal ve boş vermişlik olmaz

İnsanın farkındalığını artıran düşüncesi de
Yunus Emre’nin bu hayatın geçici olduğunu insana ve olaylara her şeyin hesabı
olduğu anlayışıyla özenli ve değerli davranması gerektiğini vurgulamak ister.
“Dünyaya sürekli olarak bel bağlayıp kalanlar, dünyadan vefa bekleyenler asıl
gerçeklikten uzaklaşırlar. Dünya onun için adeta bir konaklama yeri olarak
görülmelidir.”

“Bu dünyaya gelen göçer/Gelen göçer, konan
göçer.” “Meyil etme bu dünyâya/Hiç kimseye kılmaz vefâ.

8. Sabırlı insandır, stres yönetimini başarırlar

Yunus Emre “Var oluşsal benliğiyle
hesaplaşması esnasında ızdıraplı bir yol katetmiş ve sabretmesi gerektiğini
öğrenmiştir.”

“Sabırsuz kişilerün dirligi ham

Kim sabrıla eyi olur ser-encâm.”

9.
Cömerttirler:

“Nitelikli insan, dünyanın bir geçit yeri,
ölümün kesin bir olgu olduğunu fark ederek, dünya nimetlerine bağlanmamayı
öğrendiği için, cömerttir.

“Diyelim dinle Kârun’un zevâlin Virüp
îmânını virmedi mâlın.” “Sehâvet iderisen ışk alasın

Tamâm terk olıcak ışkda kalasın.”

SÖZÜN
ÖZÜ:

Yunus Emre’den anladığımız aşktır bizim.
Yunus sevgi insanıdır. Sevgi, aşk adamıdır. Bu gerçeği gören, gerçek mutluluğa
ermek isteyen Yunus’a dost olur. Ailelerin ve ülkemizin birlik ve beraberliği
için çalışır.

Yunus Emre’nin eşsiz öğretilerini öğrenip
insanları sevip, kurtuluşuna vesile olmak için gayret edelim. En kolayı;
anlamak, izlemek, yaşamak. Yunus Emre, arkadaştır, dosttur, yardır, yarendir.

Dünyanın sonsuz olmadığı belli, her şeyin
bir sonu var. Bize düşen Yunus Emre’nin nasihatleriyle, önce insan kalmak sonra
olgunlaşmaktır. Başkalarına eziyet etmeyen, eşiyle, işiyle mutluluk içinde olan
insan olmaktır.

Hepimiz gelin Yunus Emre’nin çağrısına
uyalım; birer barış ve sevgi gönüllüsü olalım. Dalgalar halinde yayılsın tüm
dünyaya barış ve sevgi.

Yunus Emre nice asırlardır aramızda: Hangi
devirde yok oldu ki! O kıyamete kadar devam edecek. Yunus Emremiz sevginin,
aşkın, kardeşliğin, barışın, birlik ve beraberliğin sembolüdür. Yunus Emre’miz
ne güzel demiş: “Uyanalım, bu dünya kimseye kalmaz” Bir  yazarın 
deyimiyle;  “Heveslerimizin  ardına düştüğümüz kadar kültürümüzün
temellerini öğrenip yaşamaya kalksaydık; bugün ahlak, siyaset, ekonomi,
teknoloji ve fikir fukaralığı çekmezdik.”

Artık sırada Yunus Emre’nin bilgi
dünyasındaki öğretilerini aklımıza ve kalbimizin içine koyma zamanı geldi.

O zaman ne bekliyorsunuz şu hayattan? Nasıl
yaşıyorsunuz, ne için yaşıyorsunuz? Yunus Emre’yle hayatı yeniden düşünelim. Ne
dersiniz?

Harun Emre KARADAĞ

Yaşam enerjiniz: “Sevelim, sevilelim, bu
dünya kimseye kalmaz.” “Aşk bir güneşe benzer aşık olmayan gönül bir katı taşa
benzer.” “Dağlar nice yüksek ise, yol anın üstünden geçer.” Yunus Emre

Yararlanılan ve Esinlenilen Kaynaklar:

1. Çetin Öksen, Tariş’in Sesi, 1991, Yunus Emre Sevgi Yılı, Söz Ustası Yunus EMRE,

2. Ahmet Çetinbudaklar, Tariş’in Sesi, 1991, Yunus Emre Sevgi Yılı,Yunus Emre’yi Anlamak,

3. İrfan Ünver Nasrattınoğlu,  1991 Yunus Emre Bildiri Kitabı, Kültür Bakanlığı, Yunus Emre’yi 700 Yıldır Ölümsüz Kılan Nedenler,

4. Nail Tan, 1991 Yunus Emre Bildiri Kitabı, Kültür Bakanlığı, Yunus Emre’nin Duygu ve Düşünce Dünyası,

5 Dr. Müjgan Cunbur, 1991 Yunus Emre Bildiri Kitabı, Kültür Bakanlığı, Yunus Emre’ye Göre “Söz”ün Değeri,

6. Ahmet Durul, 21 Dergisi Röportajı, 2011

7. Gülgûn Yazıcı, Yunus Emre ve Tevhid.

[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row] ]]>
Sosyalsen Ulaşırsın! 2020/04/17/sosyalsen-ulasirsin/ Fri, 17 Apr 2020 18:27:50 +0000 ?p=656 Eski bir reklam sloganı “siz hala annenizin margarinini mi kullanıyorsunuz?”. 2015 genel seçimlerine doğru milletvekili aday adaylarının yapmış oldukları tanıtımlara bakınca bu slogan aklıma geldi. Bir de tanınmış bir siyasetçinin “ ya kardeşim sosyal medyada neymiş, gidin kapı kapı dolaşın” cümlesi şöyle tebessüm ettirdi beni.

28 Mart, 2015 – 11:09 – Bu sayfayı paylaşın :  

-A+A

Neden mi ?

Kapı Kapı Dolaşmak Eskisi Gibi Etki Yapıyor Mu?

Aday adayları kapı kapı dolaşıyor. Peki eskisi gibi etki yapıyor mu?  Günümüzde kapı kapı dolaşmak tek başına akıllı bir strateji mi?  Bence  artık pek değil! Artık internet var, seçmen davranışlarını etkileme yöntemleri  farklı! Bir tıklama ile herşey evinde, kapı kapı dolaşmaktan daha fazla kişiye ulaşabiliyorsun!  Zira eskide kalıyor; eskimeye başladı  kapı kapı dolaşma yöntemi. Yeni medya’nın  etkisini  yavaş yavaş hissetmeye başladık. Önümüzdeki süreçte yeni medyanın gücünü daha da yoğun hissedeceğiz.  Artık eski usüllerin etkisi giderek azalacak. Etki olarak eski medya yeni medyanın yerine tutmayacak. DEMEDİ DEMEYİN!

İnanmadınız mı?

Dünya’daki seçimlere baktığımızda az ya da çok yeni medya etkisini göstermeye başladı. Küçük bir Amerika olmaya doğru gittiğimizi de düşünürsek bir de malum başbakanlık sistemin konuşulması ve siyasi partilerin kendilerini konumdırmasına bakın bu analizimi daha da güçlendiriyor. Hatta  Obama’nın iki seçimi de kazanma stratejisinde yeni medyanın etkisi büyük!

Yine Arap baharı desem, 17-25 Aralık olayları desem, Fuat Avni desem mutlaka aklınıza birşeyler gelmiştir. Bu olaylar yeni medya diye tabir edilen “facebook, youtube, twitter vb.” araçlarla gündem oluşturulmuş algı yönetimi yapılmıştır. Zira BU OLAYLAR GÜNLERCE KONUŞULDU HALA KONUŞULUYOR. TÜM BUNLAR YENİ MEDYANIN ETKİSİNİ GÖSTERMİYOR MU?

Bir başka açıdan genç  bir ülkeyiz diyoruz. Genç nüfus nerede takılıyor? Tabi ki yeni medya da. Hatta çocuklarını takip etmek isteyen aileler de yeni medyada yerini almaya başladılar. O zaman yeni medya da olan büyük üstünlük sağlayacaktır. Bunun içinde planlı programlı içerik hazırlayan, akıllı paylaşımlarla seçmeni etkileyen  önde olacaktır. Bunun etkisini seçimlerde daha çok göreceğiz. Yeni medyayı dikkate almayan argo deyimle babalara gelecek!

Partiler Yeni Medya’yı  Ne Kadar Dikkate Alıyor

Peki partiler yeni medya’yı  ne kadar dikkate alıyor; kısa kısa paylaşmak istiyorum.

Son söyleyeceğimi ilk söyleyeyim hepsinin sıkıntıları hemen hemen aynı. :))

Önce haklarını teslim edelim! Tüm partiler kendi çapında yeni medyada birşeyler yapmaya çalışıyor. Gel gör etkili, nitelikli kullanan yok denecek kadar az. Sosyal medya nasıl kullanılır bilmiyorlar. Bilmedikleri gibi profosyonel  destek  almak istemiyorlar. Bazıları da bildiğini sanıyorlar. Bu da onlara yol, su ,elektrik olarak geri  dönüyor. Nasıl mı? Buyurun…

İncelediğim Sayfalarda Dikkatimi Çeken Şeyler Hep Aynı:

1.      Aday adayı olanlar tanıtım sayfaları açıyorlar. Sayfa kapak fotografları, profil resimleri, grafikler evlere şenlik.  Tertip düzen hiç yok! Karma karışık. Resimler cansız – çözünürlükleri düşük- aday adaylarının birçoğunun duruşu, kıyafeti ve kravatı uyumsuz. Bakarken içi kararıyor insanın. Hatta bir İstanbul aday adayının resmini gördüm  – en çok takip edilen bir sitede haber vermiş –  dövecek gibi bakıyo, tırstım :))

2.      Hadi AK parti aday adaylarının sayfaları fena değil, KURUMSALLIĞI HİSSEDECEK OLUYORUM bir de ne göreyim bakkal defterine benziyor sayfa.  İçerik yönetimi facia! Resimlerin çözünürlüğü, aday adayı duruşları facia. Yapmak için yapılmış. PAYLAŞIMLAR SAYFANIN AMACINA TERS, HEDEF KİTLESİ YOK, TANITIM AMACI GÜTMÜYOR, NEDEN ADAY OLDUĞUNU, DİĞER ADAYLARDAN FARKININ NE OLDUĞUNU PAYLAŞIMLARDAN BULANA BİR KAHVE BENDEN :)) SAYFANIN ADINI GÖRMESEM ANLAYANA AŞK OLSUN! DAHA NELER NELER…

3.      Yeni medyayı en aktif ve etkili kullanan CHP ve HDP sempatizanı kullanıcıları… Bu sempatizanların paylaşımlarından etkilenen birçok genç biliyorum. Evet yanlış okumadınız. Olur mu öyle şey derseniz etrafınıza bakın göreceksiniz. Örnek çok yakın biliyorum gezi olaylarına yeni medya nın katkısı büyük. Yeni medyada ki paylaşımları görüp eylemlere önce katılan sonra vazgeçen örnekler verebilirim.

4.      Bir başka boyut bu seçim ajanslar savaşı olacak. Bir tarafta Ak Parti’nin uzun zamandır değişmeyen ajansı  Erol Olçak yönetiminde Arter reklam (bu arada Erol Olçak Bey’de milletvekili aday adayı ) diğer tarafta CHP’nin çiçeği burnunda Ali Taran’ın ATCW ajansı ve Obama’nın  seçimlerde çalıştığı strateji şirketi Benenson Grup olacak. En son Ali Taran Cem Uzan gibi birine yüzde yedi oy kazandıran konseptini düşündükçe ilginç ve hareketli bir seçim olacağını görüyorum ve yine tekrarlıyorum SOSYAL MEDYA YÖNETİMİNİ BAŞARILI YAPAN  akıllı bir seçim yapmış olacaktır. Bu arada MHP’nin reklamla tanıtım gibi işlerle derdi yok gibi. Neden mi? “Bizimle Yürü Türkiye” Seçmene ne heyecan ne umut veren bir slogan. Seçmen sizle neye, nasıl, nereye yürüyüsün! HDP’ de ise Cumhurbaşkanlığı seçimlerine benzer bir seçim konsepti hazırlayacaktır.

Sosyal Olun, Herkes Tanısın!

Bu arada yaklaşan seçimlerden dolayı hep siyasi partilerden konuştuk, çözümlemeler yaptık.  Şunu da paylaşmadan edemeyeceğim  sivil toplum örgütleri, firmalar içinde sosyal medya çok önemli. Zira artık alışverişi internetten, alışveriş sitelerinden yapıyoruz desem yeterli olacaktır. Bu yüzden İŞLETMLER, MARKALAR, SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VB. “Sosyal medya araçlarında hesap açılması, hesapların görsel tasarımı, içeriğin hazırlanması, içerik girişi, hesaplamalar, raporlamalar, müşteri şikayetleri, online kampanyaları, duyuruları hazırlamak ve bunları düzenli sürekli yapmak önemlidir. Bu da tecrübe ister, ilgi çekici konularda bilgi vermek gerekir, hayranlık, sempati uyandırmak lazım.” “Herkes gibi düşünüp farklı şeyler ortaya koymak gerekir.”  Bu yüzden BİR PROFOSYONELE DANIŞIN, BİR PROFOSYONELLE ÇALIŞIN. SOSYAL OLUN, MARKANIZI (bu milletvekili aday adaylığı olur,  bu markalarınız olur vb. ) HERKES TANISIN!

Siyasal iletişim ve propogandanın yeni gözdesi yeni medyadır. Sosyal medya yönetimi artık zorunludur. YENİ GÜÇ  YENİ MEDYA’DA! Bu seçimler de akıllı seçim yapan kazanacaktır. AKILLI SEÇİM Mİ NE? SOSYAL MEDYA YÖNETİMİ, GÖNÜLLÜ SEÇMEN STRATEJİSİ VE YÖNETİMİ. Bu nasıl mı olacak bir bardah kahve değil kayfe içmeye buyurun :)))

Bizden söylemesi…

Dostlukla,

]]>
Sosyal Medya Sinema’da 2020/04/10/sosyal-medya-sinemada/ Fri, 10 Apr 2020 18:26:13 +0000 ?p=653 “Aşkın Duasını” yaptıktan sonra sosyal medya ile ilgili üçüncü yazımızla devam ediyoruz. Bu yazıda ki konumuz Sosyal medya ve filmler.

13 Mart, 2015 – 10:50 – Bu sayfayı paylaşın :  

-A+A

Sinema bilgisayar ve internetle içli dışlıdır. Lakin sosyal medya gibi hayatın merkezine oturmuş olan ve yüzyılın belki de en önemli sosyal olayı hakkında bir elin parmakları sayısı kadar bile film çevrilmiş değil. Ama bu yazıda 7 güzel film hakkında bazı bilgiler vereceğim.

Sosyal Medya’yı Doğrudan Konu Alan Filmler

Sosyal medyayı doğrudan konu alan benim bildiğim kadarıyla Amerika yapımlı yalnızca 5 film sayabiliriz. Bunlar 1. Mesajınız Var  2.The Social Network ( Sosyal Ağ) 3. Disonnect (Sanal Hayatlar) 4. Black Mirror (Siyah Ayna)  5. Panik Butonu (Panic Button)

İlk film olarak 1998 yapımlı “Mesajnız Var” filmi gösterime girdiğinde Sosyal medyaya, internetten iletişim kurmaya meraklı bir kişi olarak ilgimi çekmişti.  1940 yılında gösterime giren “Köşedeki Dükkân” isimli filmin yeniden çevrimi olan bu filmden sonra uzun bir ara sosyal medya konulu film çevrilmedi.

Bu filmin konusu ise şöyledir: “Kalabalık New York şehrindeki milyonlarca yalnız insandan biri olan Joe Fox, hayalini kurduğu kitapçıyı açmak üzeredir. Boş vakitlerini bilgisayar başında geçiren Joe, chat kanallarından birinde tanıştığı bir kadınla samimi bir dostluk kurmaya başlar. Kely isimli bu kadın kendine ait kitapçısında çocuk kitapları satan sevimli ve içten bir kadındır. İkili konuştukça birbirlerine dair onlarca ortak nokta fark ederler ve aralarındaki ilişki büyülü bir bağa dönüşmeye başlar. Zamanı gelip buluşmaya ve tanışmaya karar verdiklerinde ise şaşırtıcı bir sürpriz kapıdadır… Sanal dünyada kurulan ilişkiler üzerine yapılmış ilk filmlerden biri olan sevimli yapıtın başrollerinde Meg Ryan ve Tom Hanks ikilisi bulunmakta.”

Facebook Hakkında Bilinmeyenler ve Sosyal Ağ Filmi

“Mesajınız Var” filminden sonra Facebook’un kuruluşunu hikâye haline getiren “The Social Network, (Sosyal Ağ)” Facebook’un kurucularından Mark Zuckerberg’in de bir nevi hayatının bir bölümü olan The Social Network Facebook hakkında bilinmeyen pek çok şeyi gün yüzüne çıkardı. Facebook’un ilk kurulduğu anı, sonrasını ve adım adım yükselişini bu filmde görebiliyorsunuz. Harward Üniversitesinde okuyan kızların fotoğraflarına puan verme işlemi ile başlayan ve ilk olarak Marc Zuckerberg’in MSN listesinde bulunanların üye olduğu Facebook bugün dünyanın en çok ziyaret edilen Google’dan sonra 2. Sitesi. Aslında tam bir başarı hikâyesi anlatılıyor. Filmde pek çok kişiyi hayrete düşüren olay ise Facebook’un kuruluşu için para harcayan  Eduardo Saverin’in nasıl Facebook’un dışına itildiği.

Sosyal Medya Bağımlılığı ve Sanal Hayatlar Filmi

Sosyal Medyayı konu alan  film olarak da 2012 ABD yapımı Disonnect (Sanal Hayatlar) filmidir. Filmde birbirinden çok farklı hayat yaşayanların ortak bir özelliği işlenmiş; Sosyal Medya bağımlılığı. Okul arkadaşına şaka yaparak, onunla ilgili bir videoyu sanal ortamda yayan ve arkadaşının intiharına neden olan pişman bir çocuk, bu çocuğun bilişim suçları ile ilgili polislikten emekli olan agresif bir babası, sosyal paylaşım sitelerinde sırlarını ifşa ederken dolandırılan bir eş, para karşılığı internette soyunan genç bir adam ve onun hikayesini yazmaya çalışırken başı belaya giren bir gazeteci, vs. Bu film verdiği sosyal mesajla, sosyal medyanın doğru ve bilinçli kullanımı gerektiğine de izleyenleri ikna ediyor. İnsanların yaşam tarzını bile kökten değiştiren sosyal medya olayına eleştirel bir bakış olmuştu Sanal Hayatlar…

Sosyal Medyanın Siyasi ve Geniş Toplumsal Etkileri ve Siyah Ayna Filmi

Aslında 2 sezon ve 5 bölüm olarak izleyebildiğimiz “Black Mirror – Siyah Ayna” filmini yazmadan olmaz. Bu filmin özellikle ilk bölümü sosyal medyanın siyasi ve geniş toplumsal etkilerini ele alma konusunda gerçekten ciddi bir başarıya imza attı. Aslında oldukça iddialı ve radikal bir bakış açısıyla hazırlanmış bir senaryoya sahip. Düşünün bir ülkenin Başbakanına kaçırılan bir kızın serbest bırakılması yönünde, canlı yayında bir domuzla ilişkiye girmesi karşılığında bir şantaj yapılıyor. Ve o başbakan bu şantaja kamuoyunun da baskısıyla boyun eğiyor. Videoyu ilk izlediğinde “bu sır bu odadan dışarı çıkmayacak” diyen Başbakan; sosyal medyadan, youtube’dan haberi yokmuş gibi yapıyor. “Artık çok geç” cevabı alan Başbakan hayatının en kötü gününü yaşıyor. Sosyal medyaya ve internete açıkça küfrederek sosyal medyanın etkisini ve gücünü damarlarında hisseden Başbakanın bu sosyal medya ile imtihanını konu alan film; demokrasinin, özgürlüklerin beşiği İngiltere’de yasaklanma tehdidi ile bile karşı karşıya kalıyor. Birbirinden konu olarak farklı ama aynı yere ışık tutan Black Mirror serisinin 2. Sezon ilk bölümü aşk ile sosyal medyayı bilim kurgu tarzıyla işleyerek bir araya getiriyor.

Sosyal Ağlarda Paylaşılan Gerçek Hikâyeler ve Panik Butonu Filmi

Beşinci film ise “Panik Butonu (Panic Button)” 2011 yapımı olan bu film “sosyal ağlarda paylaşılan gerçek hikâyelere dayanmaktadır” diye başlıyor ve gerekli mesajı ilk saniye veriyor. 4 genç bir yarışmayı kazandıkları bahanesiyle özel bir jete bindirilerek tatile gönderilir. Film baştan sona jetin içinde geçmektedir. Jet havada iken oyun başlar. Onlara sosyal paylaşım sitelerinde yaptıkları paylaşımlara dair ekrandan yazılı ve sesli sorular sorulur. Geçmişte bir takım adli ve ahlaki suçlar işlediklerini kabul etmeyen gençler ortam gerildikçe suçlarını kabul ederler ama bu zamana kadar yaptıkları paylaşımlar onların sonu olur. Ve uçaktan kimse sağ çıkamaz. Gençler kandırılmıştır. Sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılan her şeyin bir yerlerde kayıt altına alındığına dair verdiği mesajla Panik Butonu doğrudan sosyal paylaşım sitelerini konu alan ender filmlerden.

İnternet sitelerini Konu Alan Bazı Filmler ve Diziler

Biz aslında burada sadece sosyal medyayı konu alan filmleri ele aldık. İnternet siteleri ve genel olarak interneti konu alan çok sayıda film çevrildi. Bunlar için Google’u bir film konusu olarak izlemek isteyenler için “Google Me” filmi… Oyun siteleri ile ilgili olarak “Ben X”, gerilimden hoşlananlar için ise “oldur.com” filmlerini doğrudan interneti konu alan filmler arasında sayabiliriz. Bu arada sinema filminden olmayıp da sosyal medyayı öyle ya da böyle konu alan dizi filmleri de sayarsak, blog sitelerinde dedikodu tarzı günlük yazan “Gossip Girl” dizisi ile internetten sevgili bulma ve buluşma hikayelerini ele alan “Dates”dizilerini saymadan geçmeyelim.”

İslam Dünyası’nın İlk Sosyal Medya Filmi

Şimdi sıkı durun ahali size bir sorum var! Sosyal medya kullanıcılarından ilham alarak film yapılan ilk müslüman ülkesi neresidir?

Pakistan… Cıkk… İran… Cıkk… Birleşik Arap Emirliği… Cıkk… Hımmm… Mısır, Suudii Arabistan, Malezya, Katar, Fas, Tunus… Cıkk… O zaman kesin ülkemizdir :)) Bu yazıdan sonra olabilir :)) Ülkemizde değil. Hadi ben söyleyeyim :)) Endonezya… Evet evet yanlış okumadınız Endonezya… Hem de bir tane değil iki tane film yapılmış. Hay maşallah :))

“Endonezya‟daki  gerek  Twitter  gerek  Facebook  gibi  sosyal  medyaların  kullanımının yaygın olmasından dolayı film üreticileri, sosyal medya kullanıcılardan  ilham  alarak  sinema  filmleri  üretmektedirler.  Biri “Republik  Twitter” diğeri “Radio Galau  FM”  filmleridir.

Republik  Twitter”  filmi,  16  Şubat  2012  tarihinde  gösterime  girmiştir.  “Republik Twitter” filminin olay dizisinde, bir genç oğlanın bir kız ile  sosyal  medyada  tanıştığını  ve  kıza  aşık  olduğunu  anlatıyor.  Önceden  hep  sanal  dünyada  iletişime  geçen  bu  genç  oğlan  sonunda  gerçek  dünyada  bu  aşkını  gerçekleştirmek  ister.  Sosyal  medyada  tanıştığı  kız  ile  Jakarta‟da  bir  yerde  buluşacağına  karar  verir.  Bu  hikaye,  sanal  dünyada  yaygın  olan  gençlerin  birbirleriyle tanışma olaylarından ilham almıştır. Bu tanışmaların bazıları devam edip  evliliğe sona erir.

Republik Twitter dışında sosyal medya ile ilgili bir diğer film,  “Radio Galau  FM”  filmidir. “Radio  Galau  FM”  filminin  olay  dizisinde  de  aynı  şekilde.  Bu  da  gençlik  aşklarını anlatan bir filmdir. Baş rolünün biriyle çıkar, sonra ayrılır ve dertli olur. Bu  üzüntü,  Twitter  ve  Facebook‟un  timeline  veya  zaman  çizelgelerinde  kolayca  bulunmaktadır. Birçok Twitter ve Facebook kullanıcıları, bu sosyal medyaları, kendi  günlük hayatlarında başına gelenlerini, özellikle dertlerini paylaşmak için kullanırlar.  İşte  sosyal  medyada  paylaşılan  bu  dertler,  “Radio  Galau  FM”  filminin  yapımının  ana malzemesidir.”

Nasıl ama…

Müslüman Bir Ülkede Bu filmin Yapılma Nedeni Ne?

“Belki merak nedeniniz vardır. Endonezya’da sosyal medya temalı olan bu filmin  yapımının nedeni ne?

Üç neden sayabiliriz. İlki,  sosyal medyanın  yaygın kullanılmasıdır. Sosyal medyanın sanal dünyada kullanımı  yeni bir akımdır. Film, izleyicilerinin bu yeni çıkan  akıma karşı ilgiyi güçlendiren ve  sağlamlaştıran  niteliklerden  olmuştur.  Böylelikle  aslında  film  yapımcı,  yapmış  olduğu filmin sosyal medya akımı gibi akım olup birçok kişi tarafından izlenmesini  beklemektedir. İkinci neden, Endonezya‟daki sosyal medya kullananlarının büyük şehirlerde  bulunan gençler ve  yetişkinler olmasıdır. Bunun  için bu film, genç ve  yetişkin aşk  hikayelerini  içermektedir.  Bu  tür  filmler  piyasada  çok  da  beğenilmiştir.  Sosyal  medya temalı filmi yapanları,  “Ada Apa Dengan Cinta”  ve  “Jomblo”  başlıklı 2000  yılın  başlangıcında  ortaya  çıkan  ve  piyasada  çok  beğenilen  gençlik  filmi  gibi  önceden  çıkmış  olan  diğer  gençlik  filmlerin  elde  ettiği  büyük  başarıyı  elde  etmeyi  ummaktadır. Üçüncü nedeni ise ticarettir. Başarılı bir film, büyük bir kâr kazandırır. Buna  itiraz yoktur. Sonuçta film sanayi de dahil olmak üzere tüm sanayi sektörleri, en azsermaye  ile  en  fazla kazancı  elde  etmeye  gayret  eder.  Gençlerin  peşini  bırakamadıkları olan sosyal medya temalı filmlerin yapımının da aynı şekilde, büyük  bir kâr kazanmasını beklenmektedir.”

Manyah Bir Proje :))

Sosyal medyanın hayatımıza nasıl girdiğini gösteren sinema boyutu böyle.

Göründüğü üzere sinema önemli bir sektör. Toplumları yönetmek isteyen ÜST AKILLARIN en büyük gücü şu an SİNEMA, TİYATRO, MÜZİK, EDEBİYAT, TEKNOLOJİ, AKILLI TELEFONLAR, MİZAH, ÇİZGİ ROMAN VE SOSYAL MEDYA.

Unutmadan sinema algı yönetiminin önemli araçlarındandır. Sinema ve diziler önemli sosyal bilgiler verirler. Toplumuda yönlendirmek için algı operasyonlarının yapıldığı savaş alanıdır.

Sadede gel derseniz! :)))

1.      Şunu özellikle paylaşayım. SOSYAL MEDYA BİRİLERİNE BIRAKILMAYACAK KADAR ÖNEMLİ! Sosyal medyada yerimizi almalıyız. Yeni cephe burası. Ama önce sosyal medyayı tanımak lazım sonra mevzide planlı programlı ve projeler üreterek yerimizi almak lazım.

2.      “ÜRETMEK YAŞAMAKTIR”. Özellikle sosyal medya kullanıcıları gençler. Bu arada önemli bir bilgi daha paylaşayım. Son zamanalrda aileler çocuklarını takip etmek için facebooktan profil açtıktan sonra bunu fark eden gençler twitter’a yönelmişlerdir. Haberiniz ola! :)) Konumuza dönersek gençlerin yeni eğitim araçı ne yazık ki sosyal medya. Onun için toplum herkesimini uygun projeler üretilmelidir.

3.      Önemli bir tesbit:140  karakterle ne düşündüğünüzü öğrendiler, öğreniyorlar ( twitter bu görevi yapıyor) sonra fotograf paylaşımı ile yüz analiz bankasına yerinizi aldınız (Instagram ın görevi bu), nerelerde kimle takılıyorsunuz, neler yiyorsunuz, neler içiyorsunuz onu da öğrendiler (foursquare , swarm vb. görevi bu) şimdi sırada 30-45 saniyelik kısa videolar popüler olacak (  hatta istediğiniz resminizi hareketlendiren ses olarak ünlü birinin veya filimin bir karesinden kesit sesle yapılan kısa video çılgınlığı başladı) benim tesbitim bu. Bu alanı değerlendirebiliriz.

4.      SOMUT PROJEMİZDEN BİR KESİT: Sesimizi şu ana kadar duyan olmadı ama bakarsın olur. Bizim değerlerimizi anlatan kısa animasyon filmler, sosyal medya ile ilgili filmler, bizim değerlemizi anlatan çizgi karakterli kısa filmler,  “askıda kahve” vb. hikayelerden uyarlanmış kısa filmler, kısa animasyonlar yapılabilir, kamu spotları daha ilgi çekici halde sunulabilir veya çeşitli maskot karakterlerle ve resimlerde yapılan oynamalarla öncü olunabilir. . Hatta ciddi olarak görülen bilimsel konularda bile 1.5-3 dk. lık animasyonlar yapılabilir.  Nasıl olacak diyen varsa elimde örnek çalışmalar mevcuttur. BENİM İŞİM BU! :))

Sosyal medya sinema’da :)) Bu arada ben cephede yerimi aldım. Büyük bir hayalim var… Ya siz?

Harun Emre KARADAĞ

Yaşam Enerjiniz: Bilginin Efendisi Olabilmek İçin Çalışmanın Kölesi Olmalısın. ( Balzac)

]]>