“Aklımızdaki Soruların Cevabı

BİRİNE AKIL VERİRKEN KALANI SİZE YETMEYECEKSE RİSK ALMAYIN 🙂

Bugün yaşadığımız tüm sıkıntıların çözüm anahtarını açıklıyoruz.

Hayat nedir? Hayat amacm nedir? Mutluluğu sobelemenin sırları? Hayatın anlamını sorgulayanlar, dermansız derdim var diyenler, insanlar beni neden anlamıyor, zorlukla mücadele etmenin altın kurallarını merak edenler, önce değerlerim diyerek yalan söylemeden kazanmayı, gerçek samimiyeti öğrenmek isteyenler, gerçek arkadaşlığı, dostluğu, vefayı, başarının püf noktalarını merak edenler, sahte açılım arayanlara gerçek açılımı asırlar önceden önümüze koyan, İNSANLIĞI ANIMSATAN, İNSANLIK DERSİ VEREN UFKUMUZU GÖSTEREN AKLIMIZDAKİ SORULARIN CEVABI tekdir: Gün Çanakkale’yi Sadece Anmak Değil Anlamak Zamanıdır.

ÇANAKKALE’YE BİR DE BU GÖZLE BAKMAYA NE DERSİNİZ?

Hemen Şimdi, Çanakkale’yi Sadece Anmak Değil Anlamak Zamanı!

Çanakkale Şehitleri bu yıl yüz ikinci yaşında.

Yıl 1915… Öyle güzeldi ki gittikleri yerler bir daha dönmediler… Bir gül bahçesine girer gibi kara toprağa girenlerin, vatan sevgisinin anıtlaşan kahramanlarının yorgan olup örttüğü topraklarda, dur diyebilen iradenin destanlaşan öyküsü, sahibini arayan mektuplar gibi duruyor.  Gelibolu artık bir gül bahçesi…

Kurtuluş Savaşı’nın önsözünü, Çanakkale’yi okuyalım. Çanakkale denince yürekler sızlar, gözler nemlenir, söz biter, dil bağlanır… Çünkü kaybetmek üzereyken kazanmanın, bitti denilirken yeniden başlamanın, yeniden dirilmenin, yeniden var olup ayağa kalkmanın adıdır, Çanakkale.

Bu zafer;‘‘Hürriyetime ve istiklalime dokunamazsınız’’ ‘‘Belki öldürebilirsiniz fakat esir edemezsiniz’’ diyebilmenin adıdır…  ‘‘Ben bir Türk’üm ve bir kişi bile kalsam size yeterim’’. ‘‘Ser verilir sır verilmez. Can verilir vatan verilmez’’ diyen millet evlatlarının ve sadece Çanakkale kanıyla toprağı yoğuran 253 bin şehidin emanetidir 18 Mart…

‘Bez’i ‘bayrak’ yapan , ‘taş’ı ‘vatan’ kılan ‘aşkı’, özgürlük ve bağımsızlık için ölmeyi dünya hayatına tercih eden ‘onuru’, yoklukları ve mazeretleri yok eden ‘varlık’ mücadelesinin, ölümü öldürenlerin adıdır.

İNSANLIK DERSİ 

 “Fransızlar! Türkler gibi mert bir milletle savaştığınız için daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam. Savaş sahsında dövüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zayiat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeri kendi gömleğini yırtmış, onun yaraları sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtasıyla şöyle bir konuşma yaptık:

–              Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:

–              Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki o kurtulsun, anasının yanına dönsün.

Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaranın yanaklarımdan sızan gözyaşlarımı dondurduğunu hissettim. Çünkü Türk askerinin göğsünde, bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler…” ( Fr.Generali BRIDGES )

Bu savaş aslında bir medeniyetler ve inançlar savaşı idi. Dünün gençliği canını koydu ortaya; Akif’in dediği gibi : “Asımın nesli… Diyordum ya nesilmiş gerçek. İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.”

BİZİM AÇILIMA DEĞİL, ÇANAKKALE RUHUNA İHTİYACIMIZ VAR!

Öncelikle onları tanımak için güneşlerin gömüldüğü topraklara Çanakkale’ye ailemizle, sevdiklerimizle gitmek gerekir.

Ne zamanki orada yatan ölümsüz insanların hikâyesini anlayacağız, uygulamaya başlayacağız işte o zaman sıkıntımız bakalım kalıyor mu?

Kısacası: Çanakkale’yi anmaktan ziyade anlamaya o kadar muhtacız ki. Bugünkü sıkıntıları çözüme kavuşturmanın tek yolu Çanakkale ruhunu aşılamaktır, Çanakkale ruhunu yeniden kazandırmaktır, Çanakkale değerlerinde buluşmaktır. Artık herkesin kendi payımıza düşecek dersi almanın zamanı geldi. Onlar boşuna ölmediler. Bize bir vatan ve eşsiz bir destan bıraktılar. 98. yılında bu destanı yeniden okuyalım. Onların soluduğu havayı paylaşalım. Milletçe Çanakkale ruhunda buluşalım. Onları tarih kitaplarında unutmayalım.

Zafer için ölüm anlamlı ama ölmek için ölüme koşuş düşündürücü değil mi? Peki bu bir intihar mı? Asla! Ama zafer şartlarının tamamen kaybolduğu bir ortamda insanların akın akın ölüme koşmalarını nasıl izah edeceğiz? İşte altını çizmek istediğimiz soru budur. Bu soruyu doğru cevaplandırırsak bu destanın manasını da doğru anlamış oluruz.  

ÇANAKKALE‘DE BULUŞALIM, ÇANAKKALE’Yİ YAŞAYALIM, YAŞATALIM…

O KADAR…

HERKES “ANNE” OLABİLİR; AMA “ANA” OLAMAZ!

“Ana başta taç imiş, her derde ilaç imiş. Bir evlat pir olsa da anaya muhtaç imiş.”

 Ahali özel günleri çoğunlukla sevmem, kutlamayı tasvipte etmem; lakin bazı günler hariç 🙂

Sabahın ilk ışığı penceremden içeri girerken radyodan duyduğum ” Son yıllarda boşanma sayısı %60 arttı ” haberi beni ” zaten kimse ana olmak istemiyor” dedirtiyordu.

İtiraf ediyorum hayatta ne parası olanları ne makamı mevkisi olanları kıskanıyorum sadece ama sadece analarımızı kıskanıyorum.

Dikkat ettiniz mi bilmiyorum “anne” demiyorum “ana” diyorum. Evet herkes anne olabilir; ama ana olamaz.

Ana olmak dünyanın en kutsal görevidir. Ana olmak zordur ama yaratıcının dünyada ki merhamet, sevgi, şefkat, fedakârlık temsilcileridir. Analık dünyanın paha biçilmez değeridir, tadıdır, eğlencesidir, zevkidir, sorumluluğudur…

Nedense bunları bilmemize rağmen anaların kıymeti ya kaybedince ya da ana baba olunca anlaşılır veya anlaşılmadan “ben yanarım yavruma, yavrum yanar yavrusuna ” anlayışıyla bitecektir hayat.

Tabii bir de evliyseniz; ” İş biraz daha karışıktır” diye bir düşünce vardır. Karşı taraf haline getirilmiştir ana ve eş. Bu insana yapılacak en büyük kötülükten başka bir şey değildir. Eşinizin yeri ayrıdır ananızın yeri ayrıdır. Ananız anne değil ana ise kendinden çok eşini sev diyerek yine inceliğini gösterecektir. Tabii eşinizde iyi bir eşse annenizi kendi annesi olarak görerek, davranarak en güzel cevabı verecektir.

Şu dizeler de anlamlı: “Bir melek görmek istiyorsanız, annenizin gözlerine bakın / Bir yürek görmek istiyorsanız, annenizin yüreğine bakın / Bir dilek görmek istiyorsanız, annenizin dudaklarına bakın / Bir emek görmek istiyorsanız, kalkın da kendinize bakın “. 

Bu duygulara kimler sahip oluyor kimler tadıyor sadece analarımız…

Neden kıskandığımı şimdi daha iyi anlamış olmalısınız.

Ana dedik, candır dedik, şunu da söylemezsek olmaz; “Ana başta taç imiş, her derde ilaç imiş. Bir evlat pir olsa da anaya muhtaç imiş.”

Anacığımın nasihatlerini Abraham Lincoln emmi özet yapmış: 😉 ” Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını. Fakat şunu da öğret ona: “Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşılık kendini adamış bir lider vardır”. Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona. Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen ona, kazanılan bir liranın, bulunan beş liradan daha değerli olduğunu öğret.

Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duymayı. Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu. Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını… Eğer yapabilirsen, ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona sessiz zamanlar da tanı.

Gökyüzündeki kuşların, güneşin altındaki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği. Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona. Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret. Herkes ona yanlış olduğunu söylediğin de dahi.

Tüm insanları dinlemesini öğret ona, fakat tüm söylediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret.

Eğer yapabilirsen, üzüldüğün de bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret. Ona kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret. Uğultulu bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona. Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa, dimdik dikilip savaşmasını öğret.”

Duman etti beya!

Toparlayayım…

Ne zaman ananızı arayıp halini hatırını sordunuz? Ne zamandır ananızın yanağına öpücük kondurmadınız? Ne zaman ananıza kırmızı bir gül alıp her şeyiniz olduğunu söylediniz? Belki bu saydıklarımı şu ana kadar yapmadınız belki de yaptınız. Hiç önemli değil.

Şimdi yaşlı, genç, kız, erkek fark etmez sizlerden bir ricam olacak eğer ananız hayattaysa ananızı ya telefonla arayıp ya da elinize kırmızı bir gül alıp ona ziyarete giderek “Seni seviyorum” demeye vefat etmişse mezarını ziyaret ederek veya dua ederek hatırlamaya ne dersiniz? Bu iki sözcüğü onlardan mahrum bırakmayalım. Bir gün gelir çok geç olabilir…

Benden söylemesi; hörmetler 😉

[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]