Ezberleri Bozan Dünya Sosyal Medya
Söyleyen ne güzel söylemiş “İnsan bilmediğine düşmandır”… Son zamanların ezber bozan dünyası, hayatımıza çaktırmadan giren, yerleşmeye başlayan “sosyal medya” üzerine bir yürüyüşe çıkacağız. Çok farklı, derde deva olacak paylaşımlarla, Dünya’dan, ülkemiz’den örneklerle ( gezi olayı, fuat avni kim?, Obama seçim çalışmaları, firmaların sosyal medya ürün satışları ve kriz yönetimleri vb.), uygulamalarla sizleri sıkmadan sıradaşı bir yürüyüş yapacağız. Yine cevabını vereceğimiz hususlar arasında “Aileler çocuklarıyla sosyal medya’dan nasıl iletişim kurmalı, kurabilir? Sosyal medya’da gündem nasıl oluşturulur? Sosyal medya’daki tehlike(ler) nedir? İlk sosyal medya filmi nerede yapılmış? Etkin, doğru sosyal medya kullanımı nasıl olmalı? Sosyal medya için ülkemizin yol haritası ne(ler) olmalı?” soruları var.
İşte bu yazı dizisiyle sosyal medyanın can alıcı noktalarına temas edeceğiz, sosyal medya’nın doğru kullanımı hakkında bilgiler vereceğiz.Tabii sizi biraz zorlayacağız. Yok öle armut piş ağzıma düş! :)))
BİZİM ZAMANIMIZDA SOSYAL MEDYA MI VARDI HERİ?
Bizim zamanımızda sosyal medya mı vardı heri? Sizin zamanınızda yoktu ama şu an var, kaçamazsınız :)) YANİ babadan kalma iletişimlerin sonuna geldik ne yazık ki, YENİ MEDYA SOSYAL MEDYA…
Önce bugünlere nasıl gelinildi bir bakalım… Bunu anlamak için önce internetin doğuşuna bakmak lazım. Hemen paylaşıyayım. Bir yerde okumuştum: “İnternetin ortaya çıkış nedeni, sıradan insanların birbirleriyle iletişimini sağlamak değil, İNTERNETİN ASIL NEDENİ ASKERİ AMAÇLIDIR.” diyordu.
Biraz daha ayrıntılandırırsam “ “1960’lı yıllarda bir odaya ancak sığar büyüklükte ve az sayıda bilgisayarla araştırmalar yürüten Amerikan Savunma Departmanı’nın Gelişmiş Araştırmalar Projesi Bölümü (ARPA- American Defense Department’s Advanced Research Projects Agency), araştırmacıların bilgisayarlarının birbirlerine bağlanabildiği ve bilgi alışverişi yapabildikleri bir ağ (network) oluşturmak için kolları sıvadı. Kuşkusuz Amerikan Savunma Departmanı’nın o günlerdeki en azılı düşmanı Sovyetler Birliği ve birliğin dünya üzerindeki gücü idi. Dolayısıyla dolaylı anlamda da olsa, internetin ortaya çıkışını Soğuk Savaş’ın varlığına bağlamak yanlış olmaz. Yani internetin önemi, o günlerde siyasi mücadelede teknolojik bir işlev yerine getiriyor olması idi. Siyasi amaçlar doğrultusunda geliştirilmiş internet teknolojisinin kitle iletişiminde bir araç olarak kullanılması, yani bir medya platformu olarak işlev görmesi ile birlikte de internetin siyasetteki kullanımı genişlemiştir. Böylece önceleri sadece teknolojik bir fayda sağlayan internet, zamanla vazgeçilmez bir propaganda platformu halini almıştır.”
“Peki Amerika Birleşik Devletleri, internetin varlığından önce medyayı siyasi bir araç olarak nasıl kullanmıştır? Bu konuda sayısız örneğe rastlamak mümkün. Şüphesiz ABD, özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden bu yana medyayı bir siyasi araç olarak en aktif kullanan ülkelerden biri olagelmiştir. 1950’li yıllardan Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün başladığı 1980’li yıllara kadar, hem Soğuk Savaş’ın varlığı, hem de yirmi yıla yakın süren Vietnam Savaşı, ABD hükümetlerinin hem Amerikan toplumunu hem de müttefikleri olan ülkeleri amaçları yolunda ikna etmesini zorunlu kılmıştır. Bu sebeple önce Amerikan sineması ve radyolar, daha sonra da televizyon bu amaç için çokça kullanılmıştır. Komünizmin ABD’ye ancak bir felaket getirebileceği düşüncesi Amerikan toplumuna aşılanmış, Amerikan hükümeti radyo ve televizyon kanallarıyla, film prodüksiyon şirketleriyle cok sayıda işbirliğinde bulunmuştur. ABD sadece Amerikan toplumu ile kalmamış, dünyanın bir çok ülkesinde, özellikle Avrupa’da komünizmin büyümesinin önünde durmak için medyayı ciddi biçimde kullanmıştır. Bunun en ilginç örneklerinden biri 1948 yılında yayımlanan ‘Bir Gelecek Kazan’ (Win a Future) yarışmasıdır.”
“BİR GELECEK KAZAN” (WİN A FUTURE) YARIŞMASI
“İkinci Dünya Savaşı sonrası halen yaralarını sarmaya çalışan, ancak yoksulluğun ve işsizliğin gitgide büyüdüğü İtalya’da bir komünist rejimin başlayacağı tehlikesi, ABD’yi tedbir almaya zorunlu kılmıştır. Çünkü İtalya’daki muhtemel bir sosyalist devrim, ABD’de yaşayan İtalyan popülasyonunu da etkileyebilir, İtalyan asıllı Amerikan vatandaşları da komünizme benzer bir sempati duymaya başlayabilirlerdi. O dönem Kaliforniya kongre üyesi olan Nixon’ın emriyle dönemin önemli televizyon yapımcısı John Guedel ile konu görüşülmüş, ve kendisinden bu belayı Amerikan toplumundan uzak tutacak, aynı zamanda İtalya’ya da derman olacak bir çıkış yolu istemiştir. Guedel’in önerisi açıktır: ‘Bir Gelecek Kazan’ adlı bir yarışma düzenlenecektir.”
“Yarışmaya katılmak isteyenler, programa başvuru formlarıyla birlikte, neden komünist değil de kapitalist bir ülkede yaşamanın daha iyi olduğunu açıklayan 100 kelimeyi aşmayan mesajlarını göndereceklerdir. Her hafta mesaj gönderen bir kişi seçilecek, büyük bir ev, bir işve Amerikan rüyasına yakışır bir gelecek için yarışacaktır. Formül tutar ve programa mesajlar yağar. 640 bin katılımcının yolladığı mesajlar, yiyecek yardımlarının içlerine yerleştirilerek İtalya’ya yollanır ve İtalya’daki fakir mahallelerine, yani oyların seçimi en belirleyici olduğu bölgelere gönderilir. Yarışma hem İtalya’daki halkın komünizm sempatisine engel olur, hem de ABD toplumunun kapitalist sistemi sorgulaması olasılığının önüne geçilmesinde etkin rol oynar. Amaca ulaşılınca da yarışmaya son verilir.”
“ ‘Bir Gelecek Kazan’ yarışması, ABD’nin medyayı toplumu siyasi anlamda yönlendirme aracı olarak kullanmasının sayısız örneğinden bir tanesi olmasının yanında, interaktif iletişimin, yani tek taraflı değil çift yönlü iletişimin örneği olması açısından da önemlidir. Televizyon mesajın topluma tek taraftan ulaştırıldığı bir araç olmaktan çıkmış, toplumu da süreçte gönderdikleri mesajlarla etkin kılarak, sosyal medyanın bugünkü başarısına ulaşabileceğinin ilk sinyallerini o günlerden vermiştir.”
Ya ahali işte böyle. Ne ders almalıyız? Şimdi duralım bir düşünelim. Bir sonraki yazımda kaldığım yerden devam edeceğim.
Dostlukla,
Yaşam Enerjiniz: “Şu zalim dünyada hiçbirşey kalıcı değildir, dertlerimiz bile!… “ (C.Chaplin)